Önsöz

Öte alemlerde yaratılışın başlaması

İnsanın asli vatana dönüşü

İnsanın esfeli safiline reddi

Ruhların cesetteki yerleri

İlimlere dair

Tevbe ve telkin üzerine

Tasavvuf ehline dair

Zikirleri beyan eder

Zikrin şartları

Rü'yetullah - İlahi- Zati tecelliye ermek ve görmek

Nur ve zulmet perdeleri

Saadet ve şekavet
Fukara zümresi

Taharet beyan olunur

Şeriatta ve tarikatta namazın manası

Tecrit alemi marifet temizliği

Şeriatta ve tarikatta zekat

Şeriatta ve tarikatta oruç

Şeriatta ve tarikatta hac

Vecd ve safa

Halvet ve uzlet
Halveti evradı

Rüyalar

Tasavvuf ehli anlatılır

Sonsöz

 

İnsanların iki kısım dışında olmadığını bilesin; yani: Saadet veya şekavet… Keza bu iki vasıf her insanda bulunur.

 

Bir insanın ihlası ve iyilikleri galip gelirse, yani, nefsanî olan duygular ruhanî bir hal alırsa; o kimsenin şekavet -kötülük- tarafı, saadete -iyiliğe- çevrilir. Şayet bir şahıs iyi olmayan arzulanna uyar, iş yukarıda anlattığımızın aksine dönerse; şakavet tarafı, saadet tarafından üstün gelir.

 

Her iki taraf eşit olduğu takdirde son ümit, iyiliğedir. Bunu şu Ayet-i Kerime bize ifade eder:

 

“Bir iyilik getiren on misli sevap alır.”[1]

 

Allah-ü Teala (CC) dilerse, daha fazla ihsanda bulunur… Ve bu kimse için mizan kurulur. Halbuki nefsanî halleri ruhaniyete geçen için mizana lüzum kalmaz. O hesapsız gelir ve cennete hesap vermeden girer. Bu durum şu Ayet-i Kerime ile daha iyi izah edilir:

 

“İyilik yönünden tartıları ağır olan kimse, bir hoş geçim içindedir.”[2]

 

Hatası sevabından fazla olan kimse, ettiği cinayet kadar azap görür, sonra o ateşli azaptan kurtulur. İmanı da varsa cennete girer. Saadet ve şekavetten kasdımız, iyilik ve kötülüktür. Bunlar, bir kimsede hali ile kalmaz, iyilik kötülüğe, kötülük de iyiliğe çevrilebilir. Peygamber (SAV) Efendimizin buyurduğu gibi iyi kötü olabilir, kötü de iyi olabilir. İyilikleri çok olan, saadet bulur, iyi olur. Kötülükleri, iyiliğinden fazla olan da şakavet bulur, kötü olur.

 

Tevbe edip iyi iş tutan kimsenin şakavet hali saadete döner. Mukadder olana gelince, hem iyilik, hem de kötülük, yani saadet, ve şakavet herkesin varlığında gizlidir. Her iki vasfa da sahiptir.

 

Peygamber (SAV) Efendimiz, şöyle buyurur:

 

“Saîd olan, anasının karnında saiddir, şaki olan yine anasının karnında şakidir.”

 

Hal böyle olmasınaa rağmen, bu bahsi açmaya kimsenin hakkı yoktur. Çünkü bu fasıl kader sırrına taalluk eder. İleri gidilirse, zındıklık getirir.

 

Sonra, hiç kimsenin kaderi ele hüccet olarak alıp, iyi işleri terk etmeye hakkı yoktur: “Eğer, ezelde iyiler arasında yazıldımsa, bugün yapacağım iyiliğin faydası yoktur, keza kötülerden yazıldımsa, iyiliğin de yararı olmaz.” demek, kimse için caiz olmaz. Bu hallerde:

 

“Eski halim ne ise o olur, yeniden ne faydam, ne zararım olur.” demek yakışmaz.

 

Bu hususta Adem (AS) nebi ile iblis -şeytan- misal getirilebilir. İblis işini kadere havale etti, kafir oldu; kovuldu… Adem (AS) nebi isyanı, hatayı özünde bildi, rahmete erdi, kurtuldu…

 

Her müslüman için gerekli olan. odur ki: Kaderin inceliği üzerinde düşünmeye. Böyle bir hale kapılan teşvişe düşer; şüpheler içinde kalır. Sonra, zındıklık haline kaçması da ihtimal dahilinde olur.

 

Her müslüman; Allah-ü Teala’nın (CC), HAKÎM olduğuna kani olması gerek… İnsanın bu alemde oluşunu gördüğü işlerin herbiri, bir hikmete mebni oluyor.

 

İnsan bu dünya evinde, küfür, nifak, fisk ve benzeri işleri, Allah (CC) kudretini izhar için yaptığını ve bildiği hikmete binaen olduğunu bilmeli… Bunların büyük sırrı var… Allah-ü Teala (CC) kudretini izhar eder. Peygamberimiz Mustafa’dan (SAV) başkası bu işlere akıl erdiremez, muttali olamaz. Şöyle bir hikaye anlatılır:

 

İrfan sahiplerinden biri, yaratanına şöyle münacaat ediyordu: “İlahî, takdir senin, irade senin ve nefsimdeki marifeti de sen halk eyledin…

 

Bunun üzerine şu nidayı içinden duydu:

 

“Ey kulum, bu dediğin Tevhid’in icabıdır; kulluğun icabı değildir.”

 

Bundan sonra, o kul. şöyle dedi:

 

“Ben hata ettim, günah işledim, nefsime zulmettim.”

 

Bu itiraftan sonra, ikinci defa yine bir ses geldi: “Ben de seni bağışladım, affettim, merhamet eyledim.”

 

Her iman sahibine lazım olan odur ki, yaptığı iyiliği Halık’ın (CC) verdiği başarı ile bile… Şer iş ediyorsa, onu da nefsinin kötü arzusundan olduğunu anlaya… Böyle yaparsa, Allah-ü Teala’nın (CC) şu Ayet-i Kerimede tasvif ettiği kullardan olur:

 

“Allah’ın (CC) kulları onlardır ki, bir hata işledikleri zaman, ya da nefislerine zulümettikte, Allah’ı (CC) hatırlar ve günahlarına bağış talebinde bulunurlar. Günahları Allah’tan (CC) başka kim bağışlayabilir ki?”[3]

 

Kul, kötülüğün menbaı olarak nefsini bilirse, kar eder, kurtulur. Böyle etmek, ismi Aziz olana isnad etmekten daha hayırlı olur. Çünkü O (CC), hakikî yaratıcıdır.

 

Peygamber (SAV) Efendimizin buyurduğu: “Şaki ve said ana karnında iken bellidir…” cümlesi tefsir ister.

 

Burada anadan murad, beşerî kuvveti doğuran dört unsurdur. O dört unsurdan ikisi su ile topraktır. Bunlar iman bitirir, ilim getirir, hayat verir. Sonra, kalbde tavazu doğurur…

 

İkinci parçada mütala edilen, ateşle havaya gelince, onlar da su ile toprağın aksinedir. Bunlar yakar ve öldürür. Bu zıdları bir cisimde birleştiren Sübhan’dır (CC).

 

Su ile ateşi nasıl da bir arada tutuyor. Nurla zulmeti bulutta nasıl da birleştiriyor. Bir Ayet-i Kerime zikredelim:

 

“O (CC) size, korku ve ümitle baktığınız şimşeği gösterir ve ağır yüklü bulutlar yapar…”[4]

 

Bir gün Yahya b. Muaz Hz. Ali’ye (KV): “Allah’ı (CC) nasıl anladın?” diye sordular, şöyle anlattı: “Zıdların bir araya gelişinden.”

 

Bu zıd sıfatlar icabıdır ki, insan, Hakk’ın (CC) aynası oluyor, hem de celal sıfatını göstermektedir. Bütün kainatı yaratılışında toplamıştır. Yine bu hikmete mebni, insana: Cem edici varlık ve büyük alem, adı takılır. Çünkü onu Allah-ü Teala (CC) iki eli sayılan kahır ve lütufla halk etti. Böyle yaratılınca, iki yönden de ayna olması gerek… Hem kesafeti gösterir; hem de letafeti… İnsan, diğer eşya hilafına, bütün isimlerin zuhur yeridir, insan dışında kalan eşya, tek yönlü yaratılmıştır.

Kahır sıfatından iblis ve zürriyetini. Yarattı…

 

Lütuf sıfatından melekler yaratıldı. Onlar: Sübbûh, Kuddûs isimlerine mazhardır.

 

Kahır sıfatından iblis ve tayfası yaratıldı. Bunlar da cebbar sıfatının zuhur yeridir. Bundan ötürü Adem  nebiye (AS) secde etmediler, büyüklük sattılar. İnsan kainatın ulvî ve süfli özelliklerini benliğinde topladığına göre, gerek enbiya, gerek evliya hatadan beri olamaz. Ancak Peygamberler, nübüvvet ve risaleti uhdelerine aldıktan sonra, büyük günahlardan masumdur. Küçük hatalardan değil… Evliya zümresi masum değildir.

 

Derler ki: “Evliya zümresi, tam kemale erdikten sonra, büyük günahlardan mahfuzdur.”

 

Şakikül-Balhî (RA) der ki: “Saadete alamet beştir: Yumuşak kalb, çok ağlamak, dünyaya gönül vermeden zahid yaşamak, az ümitli olmak ve haya sahibi olmak…”

 

Keza, şakavet alameti de beştir: Kalbin katı olması, gözlerin yaşsız olması, dünyaya rağbet, ümit çokluğu ve hayasızlık…

 

Peygamber (SAV) Efendimiz, saadet ehlinin alametini dört olarak anlatır: “Kendine tevdi edilen emaneti eda eder. Verdiği ahdi yerine getirir. Sözünde doğru olur. Biri ile çekişme anında sövüp saymaz.”

 

Keza şekavet alametini de dörde ayırır ve şöyle devam eder: “Verilen emanete hiyanet eder. Verdiği sözü tutmaz. Sözüne yalan katar. Biri ile çekişme sırasında söver sayar.”

 

Sonra o şaki kişi, arkadaşlarının hatasını affetmez. Çünkü af, dinî huyların en büyüğüdür. Sonra; Allah-ü Teala, Peygamber (SAV) Efendimize affı emir buyurmuştur: “Affı al; iyilik için emir ver. Bilmezlerden kaç…”[5]

 

“Affı al” emri, yalnız Peygamber (SAV) Efendimize değildir. Bu emir, umumi bir mana taşır. Bütün Muhammed (SAV) ümmetine şamildir. Bir sultanî emrini tebliğe memur bir valisine, şu işi şöyle yap derse, o valinin eli altında bulunan bütün ülkeler o şeyi yapmaya memurdur. İsterse emir, yalnız o zata olsun…

 

“Affı al” emri üzerine bu Fakîr şerh vermek ister… “Al” demek, onu daima huy edin, demektir. Her kim, af sıfatı ile huylanırsa, Allah-ü Teala’nın (CC) isimlerinden biri ile isim almış olur. O isim ise, “AFV” dır. Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:

 

“Affeden ve ıslah olan kimsenin mükafatını bizzat Allah (CC) verir…”[6]

 

İyi bilesin ki: Saadet şakavete, şakavet ise saadete terbiye ile çevrilebilir. Bunu Peygamber (SAV) Efendimizin buyurduğu şu Hadis-i Şeriften anlıyoruz:

 

“Bütün çocuklar doğarken İSLAM fıtratını taşır. Sonra, ana babası onu yahudî, mecusî, nasrani eder.”

 

Bu Hadis-i Şerif gösteriyor ki, herkesin iyiliğe ve kötülüğe kabiliyeti vardır. Bundan ötürü şu, tamamen kötüdür, veya iyidir, gibi bir hüküm verilemez. Bu yolda söylenmesi doğru olan şudur:

 

“Eğer bu şahsın iyiliği, kötülüğünden üstün gelirse, saadete erer. Kötülüğü üstün gelen ise aksine olur…”

 

Bu sözden başkasını diyen şaşmış sayılır. Bu demek değildir ki, insan, amelsiz cennete girer. Hatası olmadan da ateşe sokulur. Bu inanç, İslam esaslarını hilafınadır. Çünkü Allah-ü Teala (CC) cennetini iyilik ve iman ehli kullarına vaad etti. Ateşi ise küfür şirk ve isyan ehline… Şu Aye-t-i Kerime bize bu mevzuda yol gösterir:

 

“Bir kimse iyilik ederse kendine, lehine… Kötülük ederse yine kendine, aleyhine…”[7]

 

Yine buyurur: “Bugün herkes, yaptığı ile ceza görür, bugün zulüm yok.”[8]

 

Yine buyurur: “İnsana yalnız yaptığı kadarı kalır.”[9]

 

Yine buyurur: “Kendiniz için Hakk’a (CC) takdim ettiğinizi O’nun (CC) katında bulacaksınız.”[10]

www.GAVSULAZAM.de


[1] Enam S. A.160

[2] Karia S. A.6-7

[3] Al-i İmran S. A.135

[4] Rad S. A.12

[5] Araf S. A.199

[6] Şura S. A.40

[7] Casiye S. A.15

[8] Münin S. A.17

[9] Necm S. A.19

[10] Bakara S. A.110

www.GAVSULAZAM.de  © 2003-2005   •   Her Hakkı Mahfuzdur..