Dua, "de-a" fiilinden türemiştir. Kelime manası itibariyle birisini çağırmak, birisini bir şeye sevk etmek, bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek manalarına gelir.

Dua kulun ümit dalı ve Rabb'ine (cc) bağlılığın en güzel ifadesidir. Dua, cennet yollarını açan, kalbe safa, ruha gıda veren ve ebediyyet serinliğini tattıran vecd halidir.

 

 

Dua, mümin için  eşi bulunmaz bir silah, ümit gecesinde hayırlı bir sabah, bela, şiddet ve felaket çemberinden kurtuluş ve felahtır. Dua, yerde nur, gökte nur, sağda nur, solda nur ve kul için bir tükenmez huzurdur. Dua, Hakk (CC) Hz.leri’nin kapısının halkasını tutmak, çırpınan gönüllere ilahi rahmeti dilemektir. Dua, kulun şerefini artıran, iki alemde de yüzünü ak eden, bir güzellik bulutu halinde rahmet katrelerini gönül toprağına döken en hayırlı şeydir.

Nihayetsiz kudret ve sonsuz Rahmet sahibi Mevlamız (CC) buyuruyor ki: “Kullarım(Habibim)! Sana beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana o dua edenin da'vetine icabet ederim.”[1]

Hakka davet etmede seni sala ve Ezan,

Kul ol,duada bulun,güzel cenneti kazan !

Ashab-ı Kiram’ın (RA) büyükleri tabiin ve tebe-i tabiin; zikir, tesbih ve dulara büyük bir ehemmiyet vermişlerdir. 

Resulullah (SAV) Efendimiz buyuruyor ki: “Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak Allah'a (CC) dua edin. Bilmiş olunuz ki, gafil kalp (ile) yapılan duaları Allah (CC) kabul etmez.”[2]

Mü'minler annesi Hazret-i Aişe (RA) validemizden nakil: “Allah'ın (CC) Resulü (SAV) geceleyin kalktığı vakit namazına şu dua ile başlardı: ‘Allah'ım (CC)! Ey Cebrail (AS), Mikail (AS) ve İsrafil'in (AS) Rabbi (CC)! Göklerle ve yerin yaradanı, Hazırı ve gaibi bilen Allah’ım (CC)! Kullarına ihtilaf ettikleri şeylerde, Onların aralarında ancak Sen hükmedersin. İhtilaf edilen Hakk'a izninle beni hidayet eyle! Çünkü dilediğini doğru yola ancak Sen hidayet edersin!’.“[3]

Müşrikler hak etmedikleri halde, putlara ‘ilah’ ismini verirler ve böylece şirk koşarlardı; bu şekilde ‘ilah’ olmayanlara ‘ilah’ demek, onları ‘ilah’ olarak isimlendirmek sahte ilahlara edilen duadır. Müşrikler bu şekilde adlandırdıklarına yalvarırlar, onları yardıma çağırırlardı. Kuranın dua olarak nitelediği bu etmeleri onlara zarardan başka kazandıracağı bir şey yoktur.

“O’ndan (CC) başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardım edemezler ve kendilerine de yardım edecek değillerdir.”[4]

“Allah’tan (CC) başka çağırıp yalvardıklarınız, onların hepsi bir araya toplansalar bir sinek bile yaratamazlar.”[5]

Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi duanın bir diğer manası da çağırmaktır. Tabi ki İlah’ı çağırmak ve O’na yalvarmak rasgele bir çağrı ve yalvarma değildir ve insanların birbirini çağırmaları gibi olmayacaktır. Resulullah’a (SAV) hitap konusunda bile Müslümanlar uyarılmıştır. “ Resulü (SAV) çağırmayı aranızda bazınızın bazınızı çağırması gibi yapmayın.”[6]

“Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin (SAV) sesi üstüne yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken amelleriniz boşa çıkar-gider.”[7]

Mertebe yönünden birbirine yakın insanların hitabıyla, uzak olanların hitabı değişirken Rabbe olan hitab nasıl farklı ve özel olmaz? Eğer O da (SAV) insanlar gibi çağrılırsa makamının yüceliği anlaşılmaz ve kendisine mutlak itaat etmesi gerekenlerle bir eşitlik söz konusu olur. İşte üstün bir makamı çağırma hiçbir zaman sıradan bir çağırma değildir. Bu, önce o makamın üstünlüğünü kabul etmeyi ve o makamın karşısındaki aczin itirafını gerektirir. Bu gerek o zatın adını anmak için, gerekse bir hacet için yalvarmak için olsun böyledir. Bu anlamıyla dua; küçükten büyüğe, acizden muktedire bir rica, bir istektir ki sözle ve hareketle olur, aynı zamanda bir ihlas, ve tazarru ve uygun bir biçim gerektirir. Allah-ü Teala (CC)Hz.leri’ne dua ederken ki tavrımız şöyle belirleniyor: “Rabbinize (CC) yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O (CC), haddi aşanları sevmez. Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. O’na (CC) korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın (CC) rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.”[8]

“Rabbini (CC) sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.”[9]

Aciz ve her şeyin yaratıcısı Allah’a (CC) muhtaç olan kula düşen duadır, Rabbe (CC) yaraşan ise bu duaya icabet etmektir. “Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.”[10]

“Rabbiniz (CC) ‘Bana dua edin ki, size icabet edeyim. Benim ibadetimden büyüklenenler hor-hakir olarak cehenneme gireceklerdir’ dedi.”[11]

Bu ayetten duanın Kuran’da ibadet manasında da kullanıldığını görüyoruz. Aynı ayetin başında dua, devamında aynı şeyi kasten ibadet kelimesinin kullanılması bize dua-ibadet ilişkisinin derecesini göstermektedir. ‘Büyüklenerek bana kulluk etmekten yüz çevirenler’ ifadesiyle Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne yalvarmanın ve dua etmenin ibadet, ibadet etmenin de dua olduğu açığa çıkmaktadır. Yine Kur’an-ı Kerim’de bir Ayet-i Kerime’de bu manasıyla kullanılmıştır: “Kim Allah (CC) ile beraber ona ilişkin kesin bir kanıt olmaksızın başka bir ilaha taparsa (çağırırsa), artık onun hesabı Rabbinin (CC) katındadır. Şüphesiz küfredenler kurtuluşa eremezler.”[12] Artık bu ayetle her şey o kadar net ki, tapınmak dua etmekle eşdeğerdir. İbadetlerimizi dua kılmak ve duamızı ibadet kılmak, içlerini bu şekilde doldurmak bize düşüyor. Bu ayetlerde dikkat çekilen husus sadece dua-ibadet ilişkisi değil elbet. Dua-tevhid boyutu da en az bu kadar önemli ve dikkate değerdir.

Ancak kendini her bakımdan güçlü kuvvetli, Allah-ü Teala’nın (CC) kudretinden müstağni görenler Allah’a (CC) dua etmezler. Bu noktada duanın tevhidle olan, imanla olan ilişkisine geliyoruz; dua, imanın ve imanın nasıllığının, kimliğinin göstergesidir. O kadar direkt bir ilişki vardır ki, imanınız duanız kadardır ve imanınız dua ettiğinizedir.

“Onlar ki Allah (CC) ile beraber başka bir ilaha dua etmezler...”[13]

“Allah’la (CC) beraber başka ilahlara dua etme, O’ndan (CC) başka ilah yoktur.”[14] “Allah’la (CC) beraber başka bir ilaha dua etme, sonra azap edilenlerden olursun.”[15]

“Onlar O’nu (CC) bırakıp da dişilere taparlar (dua ederler). Onlar, her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.”[16]

“El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur (CC). O'nun (CC) dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.”[17] (diğerleri bak: Cin-19, Nuh-13, Muminun-117)

Bunlar gibi daha nice Ayet-i Kerime’de hem dua etmeyenler, hem de Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nden başkasına, Allah (CC) ile beraber olsa bile dua edenler küfürle niteleniyor. Hatta daha önce zikrettiğimiz Hacc-73 ve Araf-197 ayetlerinde Allah-ü Teala (CC) Hz.leri onlara meydan okuyarak duaya icabet edemeyeceklerini, güçlerinin hiçbir şeye yetmeyeceğini yüzlerine çarpıyor. Allah-ü Teala’nın (CC) affetmeyeceği günah yoktur ama kendisine karşı tekebbür ve kibir en çok gazaplandığı ve (tövbe edilmedikçe) asla affetmeyeceği bir tavırdır. Böyleyken dua da işte O’nun (CC) büyüklüğünü, yüceliğini itirafın tek ve en güzel yoludur. Her İslami kavram ve eylem gibi dua da Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin birliğine dayalı esastan neşet eder, yeryüzünde hakimiyet ve otorite hakkının yalnız Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne teslimini içeren tevhid anlayışı içinde manasına ulaşır.

İslam’ın duası, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin dışındaki tüm yerel güçlerden sıyrılarak Rabb’ine yönelen insanın duasıdır. Doğal olarak da bu olgu içerisinde Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ile insan arasında kesintisiz bir istek ve ilişki söz konusudur. Kuran Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin adıyla başlar ve sonunda insan kelimesiyle biter. İşte kuranın bütün dizisi bu başlangıç ve sonuç arasındaki bağlantıların, Yüce Allah’tan (CC) insanlara gelen, ve insanlardan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne giden varlık ve hayat ilişkilerinin sonsuzluk zevkiyle anlatımı üzerine kurulmuştur. İnsan-Allah (CC) diyalogunun biri yukardan aşağı (Allah’tan cc. kula), ötekisi aşağıdan yukarı (kuldan Allah’a cc.) iki görünümü, yönü vardır.

Birinci görünüm vahiy ve ilham iken, işte ikinci görünüm duadır ve dua da ancak birleme ile başlar. “İşte bu nedenlerle de duayı asıl geldiğimiz yerle bizim aramızda doğal bir bağlantı olarak algılamak, ve onu, varlığımızın oluşumunda etkin olan herhangi bir faaliyetimiz gibi kabul etmek zorundayız. Bir başka deyimle; duaya ruh ve cismimizin doğal bir pratiği, bir faaliyeti gözüyle bakmalıyız.”[18]

“De ki ‘eğer duanız olmasaydı Rabbim (CC) size değer verir miydi hiç?’ [19]

Bu ayete baktığımızda da görürüz ki, A. Carrel son derece haklı; insan olmamızla, iman sahibi olmamızla eşdeğer bir manası var dua etmenin, edebilmenin. Ali bin Ebu Talha (RA) bu ayeti şu şekilde yorumluyor: “‘Duanız olmasaydı’ ifadesi ‘imanınız olmasaydı’ anlamıyla kullanılmıştır.”

Dua salt sözden ibaret değildir. “Hani bir zamanlar Musa (AS), kavmi için su istemişti, biz de ‘asanla taşa vur’ demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı.”[20]

Bu ayette dikkat edilirse Hz. Musa (AS) kavmi için su istediğinde kendisine ‘asanı taşa vur’ denmiştir. İşte bu emir bize dua konusunda önemli bir açılım kazandırmaktadır ve “duanın bir eylemle/amelle birlikte olması gerektiği” gerçeğini vurgulamaktadır. Yani dua,eylemle tamamlanır, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin çizdiği sınırlar içinde kalmayı gerektirir ve kula isteği doğrultusunda bir sorumluluk yükler. Yoksa Hz. Musa’nın (AS) isteği karşısında Allah-ü Teala (CC) Hz.leri hemen yağmur yağdırıp veya yanı başında bir pınar var edip su gönderebilirdi, fakat ‘asanı taşa vur’ emrini verdi. O sırada Hz. Musa (AS), varsayalım bu ilahi emre derhal uymayıp da ‘asayı taşa vurmanın suyla ne ilişkisi var?’ gibi bir akıl yürütmeye ve kendi kendine kıyas yapmaya kalkışsaydı, bu nimet tecelli etmeyecekti, dualar da boşa çıkacaktı. Kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri istenen suyu doğrudan doğruya ihsan etmiyor da bir duayla bir maddi sebebe girişmek üzerine ihsan ediyor.

Buna benzer bir olay da Hz. Meryem annemiz (RA) alakalıdır. Meryem (RA) annemiz, Hz. İsa’ya (AS) hamiledir ve hareket edemeyecek kadar ağır durumdadır. Böyle bir anda kendisine şöyle seslenilir: “Hurma ağacını kendine doğru silkele.”[21] İşte bütün sır burada ve bu Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin kulunun işe karışmasını istemesidir, ve dikkatten kaçmamalı ki mutlak teslimiyettir. Hz. Musa (AS) taştan su çıkar mı diye şüphelenmeden emri yerine getirmiştir.

Müslümanların bazıları duayı teskin edici bir ilaç ya da uyuşturucu gibi algılıyorlar, öyle olmadığını düşünseler de! Güçsüzlüğü karşılamak, sorumluluktan kaçmak, işsizlik ve tehlikelerden uzak kalmak, yaşama karşı direnme ve toplumsal sorumluluk bilincinin yokluğu gibi eksiklikleri ve zayıflıkları yenmek amacı ile dua edilir sanıyorlar. Yani düşünce ve pratikteki zorluk ve meşakkatlere katlanmak yerine, cihad etme yerine, kestirme yoldan dua edilir. Bununla beraber dua; dua eden bireyin kendi çabası, zorlaması, zorlanması ve gayretiyle kazanabileceği şeyleri tembellik ve zayıflıktan ötürü Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nden istemesidir. İşte İslam toplumlarına zaman ve mekan ve olayların etkisiyle İslam’ın dua anlayışı yerine böyle bir dua anlayışı yerleş(tiril)miştir. Halk yığınları ümitsizleştirilmiş, aciz bırakılmış, kendilerini zayıf görmüşler, isteklerini ele geçirmek konusunda kendilerini yetersiz saymışlar, duanın bu algılanışıyla uyuşturulmuşlar ve inanmışlar ki, dua,insanın yetersizliği ve zayıflığı karşılayışı, kabullenişi, sorumluluktan kaçışıdır. Oysa iş, zorluk, sabır, iman,düşünce, direnme, karşı koyma, tahammül edebilme ve bu özelliklere kavuşmak amacıyla dua’ya bir araç olarak bakmaktır, o özellikleri kazandıktan sonra Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nden sonucu tayin etmesini istemektir. Hz. Peygamber’in (SAV) hayatına baktığımızda şu gerçekle karşı karşıya geliyoruz: O (SAV) tüm savaşlar öncesi hazırlıkları, genel uyanıklığı, güç dengelerini, savaş düzenini hesaba katarak savaşın en ince taktik ve stratejik kurallarına riayet etmiş, saf bağlamış, sonra düşman karşısına çıkıştır. Bütün bunları yaptıktan sonra da Allah’a yönelerek secde de dua etmiştir. Değilse “Allah’ım (CC)! Biz ihanet etsek de, yükten kaçsak ta, kendimizi düşmana teslim etsek de, zafere layık olmasak ta sen kerem ve lütfunla bizi muzaffer kıl, onları yok et!” şeklinde hiçbir dua etmemiştir; kastımız elbette bu manada yorumlanacak bir tavır içinde olmayışıdır, böyle dua edilmesi zaten beklenemez. Bedir savaşında giymiş olduğu zırh, Uhud’da vadiye dikmiş olduğu 50 okçu, Hendek savaşında aylarca elde kazma, kürek hendek kazmaları birer duaydı. Hendekte aylarca süren bu dua rüzgar, fırtına, kafirler arasında fitne olarak, Bedir’de ayakların altını sağlamlaştıran yağmur olarak icabet gördü. Ama Uhud’da o 50 okçu duayı bozdular ve icabet olunmadılar. İşte bu duanın dilidir. Yaşamlarını hep toplumsal sorumluluğa dayan kimseler, kendi toplumlarında olumlu işleri sürdürmek için bu şekilde dua etmişlerdir.

Duanın bir diğer manası da davet etmek, çağırmaktır.

“Allah (CC) selam yurduna çağırır.”[22]

“Ey kavmim! Ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırmaktayken, siz beni ateşe çağırmaktasınız.”[23] Bu ayetlerde çok açık bir şekilde bahsedilen manada kullanılmıştır.

Dua kelimesinden türemiş olan “da’va” kelimesi, “iddia, dua ile güdülen amaç, çağrının hedefi ve kendisi için çağrılan (dua edilen) şey” demektir.

“Zorumuz kendilerine geldiğinde ‘biz gerçekten zalimlerdenmişiz’ demekten başka davaları olmadı.”[24]

İşte dünya hayatında ve kendilerini yeryüzünde ölümsüz ve güç yetirilemez sandıkları sırada Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nden başkasına dua edip başka şeylere çağıranlar ve böylece başka davalar güdenlerin Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin azabı ve zoru gelip de kendilerini perişan ettiğinde artık tek davaları kalacaktır: Zalim olduklarının itirafı. O büyük iddialarla öne sürülen davalar acı bir itirafa dönüşecektir. Oysa gerçek dava, her zaman için hakk olup, nihai düzlemde tek ve son dava “Hamd alemlerin rabbi Allah içindir.”[25] davasıdır. Kafirlerin davası zalimliklerinin itirafı olacakken, müminlerinki Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne hamd olacaktır. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Müslümanların davasını haklı çıkarmış, dualarını kabul etmiş, çağrılarına icabet etmiş ve onları gerçek, eşsiz mükafatla mükafatlandırmıştır. Şu halde kafirler dışındaki bütün varlıkların, müminlerin son duası ve davası hamd’dir. Onlar dünyada iken Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne çağırırlar[26],çağrılarını bıkmadan gece-gündüz tekrarlar[27], ve bu çağrıyı hikmetle ve güzel öğütle yaparlar[28]. Buradaki ‘çağrı’ kelimesini dilersek Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne yalvarmak, dilersek O’nu (CC) yardıma çağırmak ve dilersek insanları Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne çağırmak manasına alalım değişen hiçbir şey olmayacaktır, hepsi dua olacaktır.

Dua tevekkülle kardeştir. Tevekkül, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni vekil kılmaktır. Yalnız hemen şunu hatırlatmalıdır ki, bu vekil tayin etme, işin yapılması için değil, tarafımızdan yapılan işin sonucu Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin tayin etmesi içindir.

“De ki: ‘Allah’ın (CC) bizim için tayin ettiğinden başka bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevla’mızdır ve müminler yalnızca Allah’a (CC) tevekkül etmelidirler’.”[29]

Tevekkülle istenen Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin her şeyin üstünde hüküm ve tasarruf sahibi olduğu kabulünü sağlamaktır. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin bizim namımıza amelelik yapmasını istercesine tevekkülün tam tersi bir manaya saplanmak imanı zedeler. Takip eden ayete dikkat edilirse görülür ki Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne dayanmanın ve güvenmenin ön koşulu işe girişmektir.

“Bir kere bir işe giriştin mi Allah’a (CC) dayan ve güven. Çünkü Allah (CC) kendine dayanıp güvenenleri sever.”[30] Dua’nın bir diğer önemli manası da ‘salat’tır, yani bir anlamıyla namaz. Bazı alimlere göre salat ‘dua ve hamd’dir. ‘Salleytu aleyh’ ‘ona dua ettim’ demektir.

“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et ( salli aleyhim), çünkü senin duan, onlar için ‘bir sükunet ve huzurdur. ’Allah (CC) işitendir, bilendir.”[31]

“Hiç şüphesiz, Allah (CC) ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tamn bir teslimiyetle ona selam verin.”[32]

Bu ayetlerde dua etmek manalarında kullanılmıştır. ‘Musalli’ ismi faili Kuran’da mutlaka ve sadece ‘namaz kılan’ anlamında kullanılmamıştır, ayrıca Resulullah’a (SAV) edilen dua manasında da kullanılmıştır.

“ ‘Sizi şu ateşe ne sürükledi?’ diye sorulduklarında onlar ‘biz musallinden değildik’ diyeceklerdir.”[33]

Resulullah’a (SAV) uyan olmadıklarının, ona dua etmediklerinin itirafıdır bu ayet. Salat’ta secde, rüku, kıraat, zikir, hamd, dua gibi bütün ibadet biçimleri vardır. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri nasıl dua edene icabet ediyorsa, tövbe edeni affediyorsa, salat edene salat eder. Zaten tam anlamıyla, tamamıyla duadır, yöneliştir, çağrıdır. Maalesef namazlarımızın ruhundan uzaklaştırılmış olması, sünnet adına bazı kalıplara sokulmuş olması onun duadan farklı olarak algılanmasını da beraberinde getirmiştir. Bu noktada namazlarımızın neliğini, nasıllığını, nasıl olmalığını en azından kendi kendimize sormamız, soruşturmamız onları kazanmamız, bir alışkanlığın ötesine taşımamız,birer dua olarak kazanmamız yolunda önemli bir adım olacaktır.

“Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.”[34]

“ Rabbiniz (CC) ‘bana dua edin ki, size icabet edeyim. Benim ibadetimden büyüklenenler hor-hakir olarak cehenneme gireceklerdir’ dedi.”[35] ayetlerinde ve bir çok ayette olduğu gibi Allah dualarınızı kabul ederim, siz bana dua edin buyuruyor. Peki Allah-ü Teala (CC) Hz.leri önceden karar verdiği bir şeyi yani kaderimizi nasıl değiştirir, değiştirir mi, bu nasıl olur türden sorular geliyor insanın aklına ve hemen ardından şu ekleniyor; Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin kararı değişmeyeceğine göre duanın ne etkisi var, duaya ne gerek var? Halbuki dikkatten bir şey ısrarla kaçı(rılı)yor: Allah-ü Teala (CC) Hz.leri için önce ve sonra yoktur, O (CC) ezeli ve ebedidir, ilmi de öyledir. Hal böyleyken nasıl iddia edilebilir ki, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin yazması önce, insanın duası sonra ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin o duaya göre kaderi değiştirmesi daha sonra. Hayır, hayır! Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ezeli ilmiyle dua edeceğimizi bilip takdirini ona göre yapmıştır, en iyisini O (CC) bilir.

“Kullarım sana benden soracak olurlarsa, muhakkak ki ben yakınım; beni çağırdığında çağıranın çağrısına icabet ederim; o halde onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana iman etsinler, umulur ki irşat olurlar.”[36]

“Yeryüzünde, masiyet (günah olan) veya akraba ziyaretini koparıcı olmamak kaydıyla Allah’tan (CC) bir talepte bulunan bir Müslüman yoktur ki Allah (CC) ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince bir günahı affetmek şekliyle icabet etmiş olmasın.”[37]

“Kabul olunacağına inanarak Allah’a (CC) dua ediniz ve biliniz ki Allah (CC) gaflet ve heva içinde olan bir kalpten gelen duayı kabul etmez.”[38]

“Allah (CC) insanlara şerri, onların hayrı acele istedikleri gibi çabucak verseydi, ecellerinin onlara ulaşmasına çoktan hükmedilmiş olurdu.”[39]

Bu ve benzer onlarca ayet ve hadiste duanın önemi ve kesinlikle kabul edileceği anlatılmaktadır. Duanın kabulü sadece istenilenin yerine getirilmesi değildir elbet. İnsan o kadar cahildir ki bazen aleyhine olan bir şey ister de farkında olmaz, sonra Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ona olan rahmetinden dolayı ona o şerri vermekte yavaş davranır ve insan yine cahilliğinden duasının niye kabul olmadığını sorar durur, Halbuki Yunus Suresi 11. ayet bu durumu ne kadar güzel açıklıyor. Dua eden her hal ve şartta kazanandır. Bir kez dua ettikten sonra kabul edilmemesinin mümkün olmadığını bilmek kadar büyük bir nimet var mıdır? Bir kul Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne dua etmek suretiyle, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne kul olduğunu ikrar eder ve böylece Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne aynı zamanda ibadet etmiş olur, onu birlemiş olur. Bu kişinin duasının, ibadetinin karşılığı Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin indinde saklı olduğu için, duası burada ister kabul olsun, ister olmasın mükafatını muhakkak alacaktır. Bu manada duanın kabul olmaması gibi bir şey de söz konusu değildir.

“Cennete ilk çağrılacak olanlar Allah’a (CC) hem sıkıntılı, hem de mutlu zamanlarında dua edenlerdir.”[40]

“Dualarınızın kabul edilmeyeceğinden korkmuyorum. Beni asıl korkutan dua etmenizin imkansız hale gelmesi ihtimalidir.”[41]

“Rabb’inize (CC) yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O (CC), haddi aşanları sevmez. Düzene konulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Ona korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın (CC) rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.”[42]

“Rabb’ini (CC) sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.”[43]

Unutmayın ki Allah-ü Teala (CC) Hz.leri kendilerini duadan ihtiyaçsız sayanları sevmediği gibi, duanın sınırlarını aşanları da sevmez ve dualarını kabul etmez.[44]

“İnsana zorluk ve sıkıntı dokunduğu zaman yan üstü, otururken, ayakta iken hep bize dua eder. Fakat sıkıntı ve kederini giderdik mi, kendisine dokunan zorluk için bize yalvarmamış gibi davranmaya başlar. İşte böyle; haddi aşanların yapmakta oldukları onlara güzel gösterilmiştir.”[45]

“Denizde size bir zorluk musallat olduğunda Allah’tan (CC) başka bütün yalvardıklarınız ortadan çekilir. Ne yazık ki, Allah (CC) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine yüz çevirirsiniz. İnsan çok nankördür.”[46]

“İnsana nimet verdiğimizde bizden yüz çevirir, şükür ve duadan uzaklaşır, nefsinden yana döner. Fakat kendisine bir zorluk ve sıkıntı dokununca, bakarsın bize çok dua eden biri oluvermiştir.”[47]

Bunlar gibi nice ayet ve hadis duanın nasıllığını bize anlatır durur. Dua, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ile insan arasında kurulan anlamlı bir diyalogdur. Bu nedenle duada korku; senin O’nsuz (CC) edemeyeceğini anlamandır, ümit ise; O’nun (CC) seni terk etmeyeceğini unutmamandır. Öyleyse edebine riayet için, duada ümitle korkuyu birlikte taşımalı, acele etmemelidir.

“Sabır ve salata yapışarak Yaratıcıdan (CC) yardım dileyin. Şu bir gerçek ki, bunu yapmak, içleri Allah’a (CC) karşı aşk ve ürperti ile dolu olanların dışındakilere çok zor gelir.”[48]

“Allah’ım (CC)! Fayda vermeyen ilimden, salih olmayan ibadetten,doymak bilmeyen nefisten, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, hayatın ve ölümün fitnesinden, fayda vermeyen ilimden ve kabul olmayacak duadan sana sığınırım.”

Ebu Hüreyre radıyallahu anh der ki: “Resul-i Ekrem (SAV) şöyle buyurmuşlardır:
“Her bir peygambere etmesi için bir dua verilmiştir. Ben ise ümmetime şefaat olmak üzere duamı ahirete bırakmak istiyorum.”[49]

Enes bin Malik'den (RA) gelen rivayette ise Resul-i Ekrem (SAV):  “Her bir nebî Allah'tan (CC) bir dilekte bulundu. Yahud, her bir peygamberin Allah'a (CC) edeceği bir duası vardı. Her biri duasını yaptı ve kabul olundu. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetim için şefaat kıldım.” buyurmuşlardır.

Enbiyay-ı izamın her duasının müstecab olması kuvvetle umulur ise de, kat'î olmayıp yalnız bir dualarının kesin olarak kabul edileceği kendilerine bil-dirilmişdir. O dua, her bir nebîye Allah (CC) tarafından hususî olarak verilen duadır.

Ezcümle Hz. Adem (AS) bu müstecab duasını tevbesinin kabul olması için; Hz. Nuh’un (AS) kavmininin helaki ve beraberindeki mü'minlerin kurtulması için, Hz. İbrahim’i (AS) Mekke-i Mükerreme ve Beytullah için, Hz. Musa (AS) Fir'avn'ın helaki için, Hz. İsa (AS) gökten bir maide, sofra indirilmesi için etmişler ve müstecab olmuştur.

Hz. Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz ise, bu kesinlikle kabul olunacağı Allah (CC) tarafından te'min olunan duasını, ümmetine şefaat için ahirete bırakmıştır. Ne mutlu O'nun (SAV) sünnetine sımsıkı sarılan mü'minlere.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Bakara S. A.186

[2] Tirmizi

[3] Müslim

[4] Araf S. A.197

[5] Hacc S. A.73

[6] Nur S. A.63

[7] Hucurat S. A.2

[8] Araf S. A.55,56

[9] Araf S. A.205

[10] Bakara S. A.186

[11] Mümin S. A.60

[12] Müminun S. A.117

[13] Furkan S. A.68

[14] Kasas S. A.88

[15] Şuara S. A.213

[16] Nisa S. A.117

[17] Rad S. A.14

[18] A. Carrel

[19] Furkan S. A.77

[20] Bakara S. A.60

[21] Meryem S. A.25

[22] Yunus S. A.25

[23] Mümin S. A.41

[24] Araf S. A.5

[25] Yunus S. A.10

[26] bak: Fussilet S. A.33

[27] bak: Nuh S. A.5

[28] bak: Nahl S. A.125

[29] Tevbe S. A.51

[30] Al-i İmran S. A.159

[31] Tevbe S. A.103

[32] Ahzab S. A.56

[33] Müddessir S. A.42,43

[34] Bakara S. A.186

[35] Mümin S. A.60

[36] Bakara S. A.186

[37] Tirmizi

[38] Tirmizi, Hakim

[39] Yunus S. A.11

[40] Hadis-i Şerif

[41] Hasan Basri (RA) Hz.leri, Hilye, 9/347

[42] Araf S. A.55,56

[43] Araf S. A.205

[44] Elmalılı,C.4, S.64

[45] Yunus S. A.12

[46] İsra S. A.67

[47] Fussilet S. A.51

[48] Bakara S. A.45;153

[49] Müslîm, îman, 334, 335 vd. Buharî, Deavat, I; Tirmizî, Deavat, 130; İbn Mace, Zühd, 37; Darimî, Rikak, 85; Muvatta", Kur'an, 26.

 

İNDEX

TASAVVUF

TEVBE-İ İSTİĞFAR

SELAT-U SELAM

KELİME-İ TEVHİD

 

© 2003-2004      www.GAVSULAZAM.de     Her Hakkı Mahfuzdur...