ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Allah-ü Teâlâ (CC) bir vahyinde (hadîs-i kudsîde) şöyle buyurmuştur: “Beni sevdiğini söyleyip de geceyi benden habersiz bir şekilde uykuyla geçiren kimse muhabbet iddiasında yalancıdır.” Eğer sen Allah’a (CC) karşı gerçekten muhabbet dolu olsaydın, sabaha kadar zevk için uyumaz, onu ibâdet ile bölerdin. “Muhib” (Hakk CC. âşığı) zorluklara katlanır; “mahbûb” (Allah CC. tarafından sevilen kimse) ise rahatlık içerisinde olur. Muhib talep eden, mahbub talep edilendir.

Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet edilmiştir: “Allah-ü Teâlâ (CC), Cebrâil (AS)’a buyurur ki: ‘Ey Cebrâil (AS)! Falan kişiyi uyut, falan kişiyi de kaldır’.” Bu sözün iki anlamı vardır: Falan kişiyi kaldır, çünkü o muhibdir. Falan kişiyi de uyut, zîrâ o mahbubdur. Muhib, beni sevdiğini iddia etmekte, bana muhabbet dâvâsında bulunmakta; dolayısıyla onunla bu muhabbet iddiasını tartışmalı ve vücûdundaki benden gayrı yaprakları düşürerek onu muhabbet makâmına yerleştirmeliyim. Onu kaldır, tâ ki, onun muhabbet dâvâsındaki burhânı apaçık olsun ve hakîkî muhabbete ulaşsın. Falancayı da uyut. Çünkü o mahbubdur. O birçok sıkıntıya katlanmış, onda benden gayrı bir şey kalmamıştır. Onun muhabbetini kendime ayırdım. Onun iddiasını, burhânını, bana olan vefâsını tahkik ettim. Tevbesini kabul etme ve ahdine vefâ gösterme zamânı geldi. O benim konuğumdur. Konuğa hizmet ettirilmez. Ona yorgunluk çıkarılmaz. Onu lutuf odamda uyuturum. Fazîlet soframa oturturum. Onunla kurbiyet yoluyla ünsiyet ederim. Onun muhabbeti, sevgisi gerçektir. “Muhabbet” gerçek olunca tekellüf, zorluk çıkarma olmaz.

Bu rivâyetin ikinci mânâsı da şudur: Falancayı uyut, çünkü o bana yaptığı ibâdetle halkın hoşnutluğunu kazanmak istiyor. Falancayı kaldır, çünkü o ibâdet ile yalnızca benim rızâmı umuyor. Falancayı uyut, çünkü o namazdan hoşlanmıyor. Falancayı kaldır, çünkü ben onun sesini duymaktan hoşlanıyorum.

Mürîd, kalbini mâsivâdan temizlerse “mahbub” olur. Hakk’tan (CC) gayrısına geri dönmeyi istemez. Kalbin bu makâma ulaşması ancak, farzları edâ etmekle, harâmdan ve şüphelilerden sakınmaya sabretmekle, helâl ve mübah şeyler yemekle, hevâ, şehvet ve “varlığı” (enâniyeti) terketmekle, kalbe şifâ veren veraya sarılmakla ve kâmil bir zühd sâhibi olmakla gerçekleşebilir ki, kâmil bir zühd Allah-ü Teâlâ’nın (CC) gayrısı her şeyi terketmek, nefis, hevâ ve şeytana muhâlefet ve halkı, onların övgüsü ve yergisi, yardımı ve engeli, taş ve çamur tamâmen onun nazarında eşit oluncaya kadar onları kalpten temizlemektir.

Bu işin (tasavvufun, dînin) ilk basamağı “Lâ ilâhe illallah”a şehâdet etmektir. Nihâyeti ise taş ve çamurun, yâni altın ve gümüşün eşit olmasıdır. Kalbi sıhhat bulup Rabbine (CC) vâsıl olan kişinin nazarında taş ve çamur, övgü ve yergi, hastalık ve âfiyet, zenginlik ve fakirlik, dünyâ mutluluğu veyâ mutsuzluğu birdir. Böyle olan kişinin nefsi ve hevâsı ölmüştür. Cibilliyet ateşini söndürmüştür o. Şeytanını zelil etmiştir. Onun kalbinde dünyâ ve erbâbı önemsizleşmiştir. Sonra o, bütün bunların hepsinden de yüzçevirir, Mevlâ’sına (CC) yönelir; kendisine halkın arasında bir patika yol bulur, onunla Hâlık’ına (CC) ulaşır. Sağından ve solundan onu o yolda rahat bırakırlar, ona yol açarlar… Sadâkatinin ateşi ve sırrının heybetinden dolayı ondan uzaklaşırlar. İşte o zaman melekût âleminde o “azîm” diye çağırılır. Halkın tamâmı onun kalbinin ayaklarının altında olur. Onun gölgesiyle gölgelenirler. Sakın heveslenme! Sen kendinde olmayan şeyi iddia ediyorsun. Nefsin seni istilâ etmiş. Kalbinde dünyâ ve halk var. Kalbinde halk ve dünyâ Allah-ü Teâlâ’dan (CC) daha büyük yer etmiş. Sen sûfîlerin sınırları içerisinde değilsin. Eğer işâret ettiğim makâma ulaşmak istiyorsan kalbini eşyâdan tamâmiyle temizlemekle meşgul ol.

Yazıklar olsun sana! Eğer bir lokman eksik olsa, bir buğday tânen gitse, ya da bir isteğin kırılsa kıyâmetleri koparıyorsun! Rabbine (CC) îtiraz üstüne îtiraz ediyorsun. Öfkeni hanımını ve çocuklarını dövmekten, dînine ve peygamberine sövmekten çıkarıyorsun. Oysa, murâkabe ehlinden, akıllı ve uyanık biri olsaydın Rabbinin (CC) huzûrunda olmayı gözetler, onun bütün fiillerinin senin hayrına olduğunu, onların, Rabbinin (CC) sana birer nazarı olduğunu bilirdin.

Yazık sana! Açların açlığını hatırla. Hatırla, çıplakların çıplaklığını; hastaların hastalığını, mahbusların hapsini… Sana verilen belâ sana az gelmiş! Kıyâmet dehşeti içerisindeki kabir ehlini hatırla. Allah’ın (CC) senin hakkındaki hükmünü, O’nun (CC) sana baktığını, kazâ ve kaderini hatırla ki, O’ndan (CC) utanasın. Eğer hayâtın zorlaşırsa günahlarını hatırla. Onlara tevbe et. Nefine de ki: “Cenâb-ı Hakk (CC), günâhın dolayısıyla seni sıkıntıya uğrattı. Eğer günâhından tevbe eder ve Hakk’a (CC) karşı takvâ sâhibi olursan O (CC) sana her zorluktan kurtulacak bir kolaylık verir ve her sıkıntını giderecek bir çıkış yolu gösterir.” Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Kim ki, Allah’a (CC) karşı takvâ sâhibi olursa, O (CC) ona bir kurtuluş yolu gösterir, onu ummadığı yerden rızıklandırır. Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter.[1]

Akıllı kişi sadâkat sâhibi olur ve sadâkati ile yalancılardan ayrılır. Sadâkati yalana bedel yap; sebâtı kaçmaya, ikbâli idbâra, sabrı sızlanmaya, şükrü küfrân-ı nîmete, rızâyı hoşnutsuzluğa, muvâfakati münâzaaya, yakîni şüpheye bedel yap. Eğer, Hakk’ın (CC)  emrine uyar ve O’nunla (CC) çekişmezsen, küfrân-ı nîmet etmez şükredersen, hoşnutsuzluğu bırakır râzı olursan, sükûnet gösterir şüphe göstermezsen sana şöyle denir: “Allah (CC) kuluna yetmez mi?[2]

Yazık sana! Neyin varsa hepsi heves içinde heves. Allah (CC) onlara nazar etmez. Bu iş (tasavvuf) sâdece beden amelleri ile başarılamaz, bilakis o önce kalp amelleri, sonra da beden amelleri ile gerçekleşir. Hz. Peygember (SAV) kalbine işâret ederek şöyle buyururmuştur: “Zühd işte buradadır! Takvâ işte buradadır! İhlâs işte buradadır![3]

Felâha ermek istiyen kimse, tasavvuf rehberlerinin ayaklarının altına toprak olsun! Onların vasıfları nedir? Onlar dünyâyı da halkı da terketmiş kimselerdir. Arştan yerin dibine kadar, göklerde ve yerlerde dünyâya ve dünyâ ehline âit ne varsa, onlar hepsiyle vedâlaşmışlardır. Onlar öyle bir vedâ etmişlerdir ki, bir daha aslâ geri dönmezler. Halkın tamâmıyla, nefislerinin her şeyiyle vedâlaşmışlardır. Çünkü onlar her hallerinde Rableri (CC) ile varlık bulmuşlardır. Hakk’ın (CC) sohbetini nefsi ile isteyen kimse boş bir heves ve hezeyan içindedir. Zühdü ve tevhîdi sağlam olan kişi halkın elini ve varlığını görmez. Allah’tan (CC) başka veren ve O’ndan (CC) başka üstün kılan da görmez.

Ey dünyâ ehli! Bu sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var! Ey câhil zâhidler! Bu sözleri duymaya ne kadar da ihtiyâcınız var! Zâhidlerin ve âbidlerin çoğu halkın kölesidir, onları şirk koşarlar.

Ey ihlas sâhibi! Şirkten, Rabbinin (CC) kapısına kaç. Orada dur, âfetlerin gelmesinden çekinme. Eğer O’nun (CC) kapısında durursan ve sana da halktan âfetler, belâlar gelirse, işte o zaman, kapıya daha sıkı yapış. O (CC), tevhîdin ve sadâkatinin heybeti ile belâları senden defeder. Âfetler geldiğinde sebat göster. Şu âyetleri oku: “Allah (CC) sâbit, sağlam bir söz ile îman edenlerin ayaklarını dünyâda da, âhirette de sâbit kılar.[4]Onlara karşı sana Allah (CC) yeter. O (CC) işitendir, bilendir.[5]Allah (CC) kuluna yetmez mi?[6] “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm” i çok çok söyle. İstiğfârı, tesbîhâtı artır. Hakk’ı (CC) bolca zikret. Belâdan, nefis, hevâ ve şeytan ordusundan ancak sadâkat ile emin olunur.

Size ne çok şey öğretiyorum, ama siz öğrenmiyorsunuz! “Allah’ın (CC) hidâyet bahşettiği kişidir hidâyete eren[7]Allah’ın (CC) saptırdığı kimseyi hidâyete erdirecek başka bir kimse yoktur.[8]

Hz. Peygamber (SAV) sapıkların hidâyete ermesini ister ve arzulardı, bunun üzerine Allah-ü Teâlâ (CC) O’na (SAV) şu âyeti vahyetti: “Sen istediğini hidâyete erdiremezsin, fakat Allah (CC) dilediğine hidâyet bahşeder.[9] O zaman Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Hidâyet ile gönderildim ancak, hidâyete erdirme husûsunda benim elimde bir şey yok!

Şeytanın iğvâsı, kandırması dalâletin sebebi kılınmıştır, fakat onun elinde de dalâlete düşürme husûsunda bir şey yoktur. Allah’ın (CC) kitâbına ve Resûlünün (SAV) sünnetine ittibâ edenler inanırlar ki: Kılıç tabîati îtibâriyle kesmez, aksine onunla Allah (CC) keser. Ateş bizâtihî yakmaz, onunla Allah (CC) yakar. Yemek bizâtihî doyurmaz, onunla Allah (CC) doyurur. Su bizâtihî kandırmaz, onunla Allah (CC) susuzluğu giderir. Bütün sebepler çeşit çeşit ve birbirine zıt olmasına rağmen böyledir. Onlarda ve onlarla mutasarrıf olan Allah-ü Teâlâ’dır (CC). Onlar Allah-ü Teâlâ’nın (CC) elinde birer âlettir, onlarla istediğini yapar. İbrâhîm Halîlullah (AS) ateşe atılıp Cenâb-ı Hakk (CC) O’nu (AS) yakmamayı dileyince, ateşi O’nun (AS) için serin ve selâmetli yapıverdi.

Sahih bir hadîste Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet günü cehennem mü’mine şöyle seslenir: Ey mü’min! Çabuk geç; nûrun nârımı söndürüyor![10] “Köleye sopa ile vurulur, hür olana ise bir işâret yeter.”

Ey Allah’ın (CC) kulları! Beş vakit namazı vaktinde kılın. Namazları âdâb ve erkânı üzere edâ edin. Sakın namazı gafletle kılmayın. Allah-ü Teâlâ’nın (CC), “Namazlarından gâfil olanlara yazıklar olsun![11] buyruğunu işitmediniz mi?

İbn Abbâs (RA) da şöyle demiştir: “Namazı vaktinden düşürmeniz, vaktinde kılmamanız, namazı terketmeniz demektir.”

Allah (CC) size rahmet etsin! Tevbe edin. Tevbenizde “Tevvâb”a (tevbeleri kabul edene) muvâfakat edin. Ey isyankârlar! Tevbe edin. Ey namazı geciktirenler! Tevbe edin. Ey şeytanın teviline uyup tevil edenler, ey şeytanın tuzağına düşenler! İsyan etmeyin; isyânın sonu ateştir. Dünyâda körlükle, sağırlıkla, müzmin hastalıkla ve fakirlikle karşılaşıp da sabretmeyen, halka muhtaç kılınıp kalbi katılaşan ve âhirette de bu yüzden ateşe düşen kimselerden de mi ibret almıyorsunuz? Bütün bunlar isyanların ve günahların felâketidir. İntikâmından, yakalamasından, muâhezesinden ve gazabından Allah-ü Teâlâ’ya (CC) sığınırız.

Allah’ım (CC)! Bizi affet. Bize affınla muâmele et. Bize hilminle, kereminle muâmele et. Senden uzaklaştırma. Sana muvâfakat ile bizi rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)

www.GAVSULAZAM.de


[1] Talâk S. A.2-3.

[2] Zümer S. A.36.

[3] bak.: Müslim, es-Sahîh, “el-Birr” hadîs no: 2564.

[4] İbrâhîm S. A.27.

[5] Bakara S. A.137.

[6] Zümer S. A.36.

[7] İsrâ S. A.97.

[8] A’râf S. A.186.

[9] Kasas S. A.56.

[10] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VII/360, (Lübnan-1967).

[11] Mâûn S. A.5.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri