ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Sâlihlerden birinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Münâfık kırk sene bir tek hâl üzere kalır. Sıddîkın hâli ise bir günde kırk kere değişir.” Münâfık nefis, hevâ, heves, şeytan ve dünyâ ile berâberdir. Onlara hizmetten geri durmaz. Onların görüşünden çıkmaz. Onlara sözlü muhâlefet etmez. Bütün derdi ve tasası yemek, içmek, giyinmek, evlenmektir. Bunları nereden ve nasıl elde ettiği de onu ilgilendirmez. Bedenini ve dünyâsını mâmur eder. Kalbini ve dînini tahrip eder. Halktan râzı, Hâlık’tan (CC) hoşnutsuzdur. Münâfıklığı arttıkça kalbi katılaşır ve kararır. Hiçbir nasîhat onu harekete geçirmez, rahatsız etmez. Hiç kimsenin vaazını dinlemez. Hiçbir hatırlatmaya kulak asmaz. Hoş, bu şekilde de aynı hal üzere kırk yıl kalır.

Sıddık ise bir günde kırk kere değişir. Çünkü o “Mukallibü’l-kulûb” (kalpleri değiştiren) ile berâberdir. O’nun (CC) kudret denizine dalmıştır. Bir dalga gelir onu kaldırır, başka bir dalga gelir aşağı çeker. O, “boş arâzideki bir tüy” (rüzgârın önündeki yaprak) gibi, gassalın önündeki ölü gibi, ana kucağındaki bebek gibi, çevgan oyununcusunun deyneğinin önündeki top gibi, Rabbinin (CC) tasarrufu ve takallübü (değiştirmesi) altındadır. Zâhirini de, bâtınını da O’na (CC) teslim etmiş, O’nun (CC) yönetiminden, idâresinden râzı olmuştur. Bundan dolayı şöyle denmiştir: “Sûfîlerin yemeleri, hastanın yemesi gibi, uyumaları da suda boğulanın uyuması gibidir, konuşmaları ise zarûretten dolayıdır.”

Nasıl böyle olmasınlar ki, onlar diğerlerinin görmediği şeyleri kalpleriyle müşâhede etmişlerdir. Rablerinden (CC) başka her şeyi unutmuşlardır. Dünyâ, âhiret ve bütün mâsivâ onların gözlerinden kaybolmuştur. O’nun (CC) kapısının önüne çadır kurmuşlar, O’nun (CC) kapısının eşiğine muvâfakat yoluyla baş koymuşlardır. Kazâ ve kader onlara hizmet eder, onları alınlarının ortasından öper, onları başlarının üzerinde taşırlar. Onlar eğer sûfilerden değillerse bile, sûfîlere hizmet ederler, onlarla arkadaşlık kurarlar, onlarla oturup kalkarlar, onlara yakınlaşırlar. Mallarını onların uğruna dağıtırlar. Onların konuşmalarındaki hikâyelere değil, fiillerinde onlara tâbi olurlar. Onlara karşı güzel düşünürler, hayran kalırlar.

Elbiseni değil, kalbini temizle. Halkın giydiğini giy, ama onların yaptığını yapma. Yemekte, giyinmekte ve nikahta ruhbanlık yoktur. Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “…Ruhbanlığı onlar kendileri çıkardı, biz onlara farz kılmamıştık…[1] Hz. Peygamber (SAV) de: “İslâm’da ruhbanlık yoktur[2] buyurmuştur.

“Muhlis” (ihlaslı) “muvahhid”lerin (tevhîd ehlinin) tekkeleri kalpleridir. Onlar nefislerine, hevâ ve heveslerine karşı haşindirler. Onların meyveleri halvetlerindedir. Müşâhedeleri Rableriyle (CC) ünsiyet etmek ve O’na (CC) münâcât etmektir. İşte size sâlihlerin halleri konusunda, o hallere siz de kavuşasınız ve sâlihlere uyasınız diye, benim lisânımdan O (CC) haber veriyor. Bu hususta nasîbiniz sâdece dinlemekten ibâret olmasın. Size, haberiniz olsun diye, benim lisânım vâsıtasıyla O (CC) haber veriyor. Öğüt alasınız diye. O halde sizler de öğüt alın. Sizi benim dilim vâsıtasıyla çağırıyor: O halde O’nun (CC) dâvetine icâbet edin. Sizi safâya çağırıyor. Sizi yarattıklarına karşı zâhid olmaya ve kendisine rağbet etmeye çağırıyor. O’nu (CC) zikredenlerden olmanıza çağırıyor; tâ ki, O’nun (CC) katında zikredilenlerden olasınız. Mevlâ’sını (CC) talep etmede sâdık olan bir kul, O’nu (CC) bâtınen ve zâhiren, halvette ve celvette, gece ve gündüz, darlıkta ve bollukta, nîmette ve sıkıntıda zikretmekten geri durmaz. Öyle ki, zikredilenlerden olur, onun zikrini etrâfındaki herkes işitir. Sizler sûfîlerin nâil olduğu nîmetlerden gâfilsiniz. Sizler bayılmış kimseler gibisiniz.

Ey nîmetlerden gâfil olanlar! Sizler gâfilsiniz. Sizler kayıpsınız. Sizler bayılmışsınız. Sizler dünyâ işlerinde akıllı, ama âhiret işlerinde akılları başından gitmiş kimselersiniz. Sizle öyle bir bataklıktasınız ki, kımıldadıkça batıyorsunuz. Ellerinizi ilticâ ile, tevbe ile, özür ile Allah-ü Teâlâ’ya (CC) uzatın ki, bulunduğunuz bataktan sizleri kurtarsın.

Dikkat edin! Ben sizi nefsinize, hevâ ve hevesinize, şehvetlerinize karşı muhâlefet etmeye, bunlardan çokça yüzçevirmeye ve sabretmeye çağırıyorum. Bu dâvetime icâbet edin. Bunun meyvesini hemen veyâ daha sonra göreceksiniz. Ben sizi “kızıl bir ölüm”e çağırıyorum. Haydi Bismillah! Kim istiyor? Kim geliyor? Kimin buna cesâreti var. Kim bu tehlikeyi göze alıyor? O ölümdür, ama arkasından ebedî bir hayat gelir. Kaçmayın. Sabretmeye çalışın, sabredin. Cesâret bir saatlik sabırdır. Rabbinize (CC) muvâfakat etme husûsunda sabredin. Sizden her kim kazâya rızâ gözterirse, Allah-ü Teâlâ (CC) da onun yükünü alır ve onu “cesurlar defteri”ne kaydeder. Nefsiyle savaşan kimse nefîs şeylere mâlik olur. İstediği şeyi bilen kimseye onun uğrunda harcadığı şeyler hafif gelir.

Ey Allah’ın (CC) kulları! Yerinizde sâbit durun. Acele etmeyin. Sadâkat ayaklarınızla yaklaşın ki, Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kapısını çalalım. Kapı bize açılıncaya kadar, yolumuz açılıncaya kadar ayrılmayalım. İhtiyaçlarınızı O’ndan (CC) isteme husûsunda arsızlaşın, ısrarcı olun. Bu sizin için, meliklere, sultanlara ve zenginlere karşı arsızlaşmaktan daha iyidir. Rablerini (CC) talep etmede sizden öne geçenlere ve fânî olanlara uyun.

Allah’ım (CC)! Sen bizim de onların da Rabbisin (CC). Bizim de onların da yaratıcısısın. Bizim de onların da rızık vereni Sensin. Bize, onlara muâmele ettiğin gibi muâmele et. Bizi bizden çıkar, kendine ilet. Meliklerin mülklerini ve onlara musallat olan sultanları, ister zengin ister fakir, ister havâs ister avam, ister pahalı ister ucuz, ister çok ister az… hepsini bize unuttur. Bize senin zikrini hatırlat. Fiillerinde bize lutfunla muâmele et. Bizi yakınlığına yakınlaştır. Kalplerimizi ünsiyetinle ünsiyet et. İbâdının ve bilâdının (kullarının ve beldelerinin) şerrini, her canlının şerrini bizden gider. Sen onları alınlarının perçeminden tutarsın. Bizi şerlilerin şerrinden, fâcirlerin tuzaklarından koru. Bizi, Seni işâret eden, Senin için rehberlik eden, Sana dâvet eden, Senin rızan için tevâzu gösteren, Sana karşı ve Senin mü’min kullarına karşı tekebbür edenlere tekebbür eden kullarından eyle. (Âmin)

Ey oğul! Halk sokağından öyle bir geçiş ile geç ki, bir kapısından gir, öbür kapısından çık. Kalbinle ve niyetinle onlardan çık. “Yalnız kuş” gibi ol. Ne kimseye ünsiyet et, ne de kimse sana ünsiyet etsin. Ne kimseyi gör, ne de kimse seni görsün. Ecel vakti gelinceye kadar, kalbin Rabbinin (CC) kapısına yaklaşıncaya kadar böyle ol. İşte o zaman sûfîlerin kalplerini orada görürsün. Onlar seni karşılarlar. Selâmetini kutlarlar. Alnının ortasından öperler. Sonra kapının içerisinden lutuf eli çıkar ve seni karşılar. Sana öyle güzel yükler yükler, öyle zevkler tattırır ki… Seni kabul eder. Sana yemekler yedirir, sular içirir. Güzel kokular sürer. Sonra seni çıkarır, mutlu bir şekilde kapının önüne oturtur. Müridlerden ve tâliblerden gelenlere bakarsın. Sonra elinden tutar ve geldiğin zaman kendisinden teslim aldığı ele seni teslim eder. Bu şekilde düzelirsen halka çık ve onların arasında, hastaların ortasındaki doktor gibi, delilerin arasındaki akıllı gibi, evlatları arasındaki şefkatli bir baba gibi otur. Böyle olmadan önce sana kerâmet, iyilik yok. Aksi halde onlar için bir münâfık olursun. Onlara kul olursun. Duygularına tâbi olursun. Sen zannedersin ki, onları tedâvi ediyorsun; oysa onları şirk koşarsın. Senin tedâvin sana cezâ olur. Çünkü o iş cehâletle yapılmıştır ve onda hiçbir sanat, mahâret yoktur. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Cehâlet üzere ibâdet eden kimsenin fesadı sulhünden (zararı faydasından) daha çok olur.[3]

Ey oğul! Seni ilgilendren şeyi konuş, mâlâyânîyi terket. Eğer Allah-ü Teâlâ’yı (CC) tanısaydın, O’ndan havfin daha çok olur, O’nun (CC) huzûrunda az konuşurdun. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah’ı (CC) tanıyanın dili tutulur.[4] Yâni: Nefsinin, hevâ ve hevesinin, âdetlerinin, yalancılığının, iftirâcılığının ve sahtekârlığının dili tutulur, kalbinin, sırrının, mânâsının, sıdkının ve safâsının dili konuşur. Bâtıl dili tutulur, hak dili konuşur. Mâlâyânî dili tutulur, kalp dili konuşur. Nefsini talep dili tutulur, Hakk’ı (CC) talep dili konuşur.

Mârifetin başlangıcında insanın konuşması kesilir ve bütün varlığı erir. Kendi varlığından da, başkalarının varlığından da fânî olur. Sonra eğer Hakk (CC) dilerse onu tekrar canlandırır. Eğer onun konuşmasını dilerse ona yeni bir dil yaratır ve onunla onu konuşturur. İstediği hikmet ve sırları ona söyletir. Onun konuşması devâ içinde devâ, nur içinde nur, hak içinde hak, doğru içinde doğru, safâ içinde safâ olur. Çünkü o ancak kalbine Allah-ü Teâlâ’dan (CC) gelen bir emir üzerine konuşur. Emredilmeksizin konuşacak olursa helak olur. O ya emir üzerine veyâ galebe netîcesinde konuşur. Eğer böyle konuşacak olursa, Allah-ü Teâlâ (CC) onu muâheze etmek yerine ona ikramda bulunur. Galebe hâlinde yapılan fiilde nefis, hevâ, heves, şeytan ve irâde yoktur. Tıpkı ölünün, konuşmasından[5] dolayı ve uyuyanın ihtilamdan dolayı muâheze edilmediği gibi. Çünkü insan uykusu esnâsında ne görür, ne de bilir. Sesin ölmüş kimselerden işitilmesi de onlar öldükten sonra olmuştur. Bu sıfatlara sâhip olmaksızın halka konuşma yapan kimsenin susması, konuşmasından daha hayırlıdır. Cesâretlilerden başka kimse birinci safta görünmez.

Yazık sana! Hakk’a (CC) muhabbet iddiâsında bulunuyorsun ama başkasına muhabbet duyuyorsun! Bu iddian senin helak sebebin olur. Alâmetleri senin üzerinde görünmezken nasıl olur da Hakk’a (CC) muhabbet iddiâsında bulunursun? Muhabbet evde bir köşedir ki, ne kapısı vardır, ne de anahtarı. Onun alevi üstünden çıkar. Muhib muhabbet kapısını kapatır ve gizler. Muhabbet onun üzerinde görünür. Onun özel bir lisânı ve konuşması vardır. Mahbûbundan başka birisini istemez ki, bu da onun ve sadâkatinin en büyük alâmetlerinden biridir.

Ey yalancı! Ey sahtekâr! Sus; sen onlardan biri değilsin. Sen ne muhibsin, ne de mahbubsun. Muhib kapıda durur, mahbub da kapıdan içeride olur. Muhib heyecanlı, kıpır kıpır, endişeli olur; mahbub ise, sâkindir, lutuf göğsüne sığınmıştır, orada uyur. Muhib için yorgunluk, mahbub için rahatlık sözkonusudur. Muhib öğrenci, mahbub âlimdir. Muhib mahpustur, mahbub serbesttir. Muhabbet (aşk) aklı baştan giderir. Çocuk yılan gördüğünde bağırır; ehli ise yılan gördüğünde susar. Vahşî hayvan gören kimse bağırır ve kaçar; vahşî hayvan eğiticileri ise onlarla oynar ve onların yanında uyur. Oysa onların arasına giren herkes dehşet duyar. Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Allah’a (CC) karşı tavkâ sâhibi olun ki, O da (CC) size ilim öğretsin.[6]

Muhib müttakîdir, kapısının üzerini tehzib eder, temizler. Bedenini ve kalbini  yâni “kapıyı” temizler. Orası temizlendiğinde, kurbiyet kâtipleri gelir ve o kapıdan içeri girer. Hüküm, kapının üzerinde güzellik olur, ilim ise kapının iç tarafını güzelleştirir. Hüküm ile güzelleşen kimse ilimle ünsiyet eder, ilim onu üstlenir, ona emirler verir, onu zenginleştirir. Hüküm ortak kapıdır, ilim ise özel kapıdır ve mahbublar içindir. Oraya yapışman, oraya sürekli vurman, hayâ etmen, kulluğu gerçekleştirmen ve nefsine kusur ve noksan gözüyle bakman sâyesinde, kapıdaki makâmın uzun olmadıkça sana konuşma hakkı yok, yasak.

Noksanını gören, kemâle ulaşır. Kemâlini görende de noksan olur. Gittiğiniz yoldan dönün. Danışın, istişâre edin ki, yolun doğrusunu bulasınız. Sabredin ki, zafere ulaşasınız, mülke ulaşasınız, varlık bulasınız, yük edinesiniz. Sabredin ki, size de sabredilsin. Râzı olun ki, sizden de râzı olunsun. Tahammül edin ki, size de tahammül edilsin. Güvenin ki, size de güvenilsin. Muvâfakat edin ki, size de muvâfakat edilsin. Hizmet edin ki, size de hizmet edilsin. Kapıya yapışın ki, size açılsın. Acele etmezseniz muhakkakki, size bağış gelir. İkram edin ki, size de ikram edilsin. Yakınlaşmak için çabalayın ki, size de yakınlaşılsın.

Kalp, eğer mücâhede ve mükâbede (zorluklara dayanma) ayaklarıyla yürür, mesâfeler kateder ve Rabbine (CC) vâsıl olursa, orada sebat bulur. Artık oradan dönüşü olmaz. Hikmetten kudrete, âlet ve sebeplerden “Sâni”a ve “Müsebbib”e intikal eder; kendi irâdesinden Rabbinin (CC) irâdesine intikal eder. Sükûnu ve hareketi Rabbi (CC) ile olur.

Ey dünyânın tâlipleri! Onu istediğiniz müddetçe yorulacaksınız. O, kendisinden kaçanlara tâlip olur. O kendisinden kaçanları peşinden koşturarak dener. O kimse eğer ona iltifat ederse onun yalancılığına hükmeder. Onu sıkıca tutar, bağlar, kullanır, sonra da öldürür. Şâyet iltifat etmezse, onun sadâkatine hükmeder ve ona hizmet eder. Dünyâdan, ona karşı zâhid olmadıkça ve ondan kaçmadıkça istifâde edilemez. Ondan kaçın! Onda öldürücü, tuzaklar kurucu, büyüleyici şeyler vardır. O sizden ayrılmadan önce siz ondan kalplerinizle ayrılın. O size karşı zâhid olmadan önce siz ona karşı zâhid olun. Onunla evlenmeyin. Eğer onunla evlenirseniz, mehrini dîniniz yapmayın. O önce evlenir, sonra hemen boşanır. Onun evlenmesi de, boşanması da çok hızlıdır. Eğer onu dînin karşılığında istersen, mehri dînin olur. Zîrâ münâfığın dîni dünyânın mehridir. Şehit mü’minin kanı da âhiretin mehridir. Muhibbin kanı ise Mevlâ’sına (CC) kurbiyet mehridir.

Dünyâ sana sürekli zarar veriyor ve fayda vermiyor olduğu halde, sen daha ne zamâna kadar ona hizmet edeceksin? Onu kalbinden tardedip uzaklaştırırsan, onun hayrını, hizmetini ve önünde zillete düştüğünü görürsün. O üzerinde her türlü süs olduğu halde, senin mü’min kalbine en güzel hâliyle görününce kalbin ona: “Sen kimsin?” der. O da: “Ben dünyâyım” der. Kalbin ondan yüzçevirir; işte o zaman onun ayıplı, kusurlu hâli ortaya çıkıverir. O güzel sûret, çirkin bir sûrete dönüverir.

Yazık sana! Dünyâya karşı zâhid olduğunu iddiâ ediyorsun ama dinarı ve dirhemi seviyorsun, onların peşinden koşuyorsun. Onlar uğruna zenginlerin ve sultanların huzûrunda eğiliyorsun. Sen zühdünde yalancısın. Sâlihlerden birisi şöyle demiş: “Rüyamda güzel bir kadın gördüm. Ona dedim ki: “Sen kimsin?” Bana şöyle cevap verdi: “Ben dünyâyım.” Ona: “Senden ve senin şerrinden Allah-ü Teâlâ’ya (CC) sığınırım” dedim. Bana şöyle dedi: “Dirhemden ve dinardan nefret edersen benim şerrimden kurtulursun!”

Allah’ım (CC)! Bizi dünyânın ve her türlü şerlinin şerrinden koru. Sen her şeye kâdirsin. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

www.GAVSULAZAM.de


[1] Hadîd S. A.27.

[2] bak.: Beyhakî, Şuabu’l-îmân, hadîs no: 9761.

[3] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II/233 (no: 2528).

[4] bak.: Süyûtî, Şerhu Süneni İbn Mâce, I/288.

[5] Ölmüş bir kimsenin rüyâda görülmesi esnâsındaki konuşması kasdedilmektedir.

[6] Bakara S. A.282.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri