ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Tevhîdiniz ne kadar da az! Allah’tan (CC) râzılığınız ne kadar da az! Allah’ın (CC) istediği dışında, aranızda hiçbir ev (kalp) yok ki, içerisinde Cenâb-ı Hakk (CC) ile tartışma ve O’ndan (CC) hoşnutsuzluk olmasın. Halkı ve sebepleri ne kadar da çok şirk koşuyorsunuz! Allah’ı (CC) değil de, falan ve falan kişileri rab ediniyorsunuz. Faydayı, zararı, bağışlara nâil olmayı veyâ olmamayı onlara izâfe ediyorsunuz. Böyle yapmayın. Rabbinize (CC) dönün. Kalplerinizi O’nun (CC) için boşaltın. O’na (CC) tazarrû edin. İhtiyaçlarınızı O’ndan (CC) isteyin. Sizin için başka bir yer yok. Başka kapı yok. Bütün kapılar kapalı; sâdece O’nun (CC) kapısı açık. Tenhâ yerlerde O’nunla (CC) başbaşa kalın. O’nunla (CC) konuşun. Îman dillerinizle O’na (CC) hitap edin. Âile fertleri uyuyup, halkın sesi kesilince her biriniz temizlensin. Yüzünüzü secdeye koysun. Tevbe etsin. Özürler dilesin. Günahlarını îtiraf etsin. Emellerini arzetsin. İhtiyaçlarını dilesin. Göğsünü sıkıştıran her şeyi O’na (CC) şikâyet etsin.

Sizin Rabbiniz O’dur (CC), başkası değil. İlâhınız O’dur (CC), başkası değil. Melikiniz O’dur (CC), başkası değil. Âfet okları yüzünden O’ndan (CC) kaçmayın. Zararda ve faydada, zorlukta ve rahatlıkta, size gelen her şeyin gerçek fâili O’dur (CC). Bunlar O’nu (CC) tanımanız, şikâyetlerininizi O’na (CC) yapmanız, O’nun (CC) için sabretmeniz ve O’na (CC) “tevbe etmeniz” (dönmeniz) içindir.

Cezâlar avam içindir. Kefâretler müttakî mü’minler içindir. Yüksek dereceler ise, mü’min, müeyyed (desteklenmiş) ve sıddık olan sâlihler içindir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Biz peygamberler insanlar içinde en şiddetli belâya uğrayan kesimiz. Sonra diğerleri, sonra da diğerleri gelir.[1]

Mü’min, bir belâya uğradığında sabreder ve belâsını halktan saklar, onlara şikâyet etmez. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Mü’minin sevinci yüzünde olur. Onun kalbinde ise hüzün vardır. Kalbine diğer insanlar muttalî olmasın diye o, hüznü sevinçle karşılar.[2] Bâtınlarındaki hâzîneleri gizlerler. Bâtınlarındaki yükleri, azıkları gizlerler. Hüzün kalp azığı, kalp yüküdür; havf nefsin azığıdır. Hüzün, kalplere sır hikmetlerini yağdıran bir buluttur. Allah-ü Teâlâ (CC): “Ben kalpleri benim için kırılmış olanların yanındayım[3] buyurmuşken, onlar hüzün ve inkisar üzere nasıl sabretmesinler? Onların kalpleri her ne zaman uzaklık sebebiyle kırılsa, kurbiyet onlara zorla gelir. Her ne zaman halktan uzaklaşsalar, Allah-ü Teâlâ (CC) ile ünsiyet onlara öyle bir gelir ki! Her ne zaman halktan uzaklaşıp soğusalar, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) ünsiyeti ile ünsiyet, yakınlığı ile yakınlık bulurlar. Dünyâda hüzünleri ne kadar çok olursa, âhiretteki ferahları da o derece çok olur.

Peygamberimiz (SAV) çok hüzün ve tefekkür-i dâim sâhibi idi. Sanki birisi O’na (SAV) konuşuyor veyâ sesleniyor da O (SAV) ona kulak veriyormuş gibi idi. O’nun (SAV) halîfeleri, nâibleri ve vârisleri de çok hüzün ve tefekkür-i dâim sâhibidirler. Onlar fiillerinde nasıl o Peygamberlerine  (SAV) uymasınlar ki, O’nun (SAV) makâmına geçmişlerdir; O’nun (SAV) yemeğinden yerler, O’nun (SAV) içeceğinden içerler; O’nun (SAV) binekleri üzerinde taşınırlar; O’nun (SAV) kılıçları ve mızrakları ile savaşırlar. Sûfîler, isimleri ve lakapları yönünden değil, halleri ve makamları cihetiyle, onlara mahsus özellikler ve fazîletler yönünden Peygamberlere (AS) vâris olmuşlardır.

“Evliyâ”nın ve “abdâl”ın sayısı bellidir;[4] onlar artmaz da, eksilmez de. Onlardan kiminin durumu hayatlarının ilk döneminde, kiminin durumu da son döneminde belli olur. Haller onunla değişir. O, Allah’ın (CC) ilmi içerisindedir ve Allah’ın (CC) velîsidir. Mâsumluk (günahsızlık) bedel olmanın ve velî olmanın şartlarından değildir; Peygamberlerden (AS) sonra mâsum gelmeyecektir. “İsmet” (gühahsızlık) Peygamberlerin (SAV) sıfatlarındandır. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Allah-ü Teâlâ’nın (CC) velîlerinden birisi günah işlediği zaman melekler güler ve birbirlerine şöyle derler: Bakın, bakın, bir Allah (CC) velîsi nasıl da günah işliyor!” Onun günâhından, küfründen, uzaklığından, nifâkından nasıl da taaccüp ediyorlar, hayrete düşüyorlar? Halbuki onlar onun birkaç gün sonra mukarreb, mutahhar (tertemiz), şefâatçi, rehber ve vâris bir velî olacağını bilirler.

Ey münâfık! Senin bu sözü dinlemekle eline ne geçiyor? Çık git; sen Allah’ın (CC) düşmanısın, sen O’nun (CC) Resûlünün (SAV), Peygamberlerinin (AS) ve Velîlerinin (RA) düşmanısın. Eğer hilim sâhibi olmasaydım ve Allah’tan (CC) utanmasaydım, buradan iner, seni boğazından tutar ve dışarı atardım! Neyin varsa hepsi boş bir heves…

Ey cemâat! Amel edin, ihlaslı olun ve ucüplenmeyin, böbürlenmeyin. Yaptığınız amellerdeki başarınızla Rabbinizi(CC)  minnet altına almaya kalkmayın. Ucüp sâhibi câhildir. Minnet altında bırakan câhildir. Halka karşı büyüklenen câhildir. Tevâzu Rahmân’dan (CC), tekebbür ise şeytandandır. Kibirlenenlerin ilki İblîs’tir; o bu yüzden lânete ve nefrete uğramıştır, tardedilmiştir, mahrum edilmiştir. Eğer zül ve tevâzu için yüksek bir derece olmasaydı, Allah-ü Teâlâ’yı (CC) sevenler ve O’nun da (CC) kendilerini sevdiği kimseler şu şekilde vasıflanmazlardı: “Ey îmân edenler! Sizden her kim dîninden dönerse bilsin ki: Allah (CC) öyle bir topluluk getirir; O (CC) onları sever, onlar da O’nu (CC) severler. Onlar mü’minlere karşı zül (tevâzu), kâfirlere karşı ise şeref ve izzet sâhibidirler.[5] Mü’minler mü’minlere karşı zül ve tevâzu gösterirler, kâfirlere karşı ise üstünlük ve şiddet gösterirler. Onların mü’minlere karşı gösterdikleri zül de, kâfirlere karşı gösterdikleri tekebbür de bir ibâdettir.

Mü’min halka karşı tekebbür göstermez, bilakis onlara karşı zül gösterir. Halkın işini ve hâlini zül ve tevâzusu ile gizler. O melikin evinde O’na (CC) yakındır. Oradan dışarı çıkacak olursa, Rabbiyle (CC) berâber ve bir hizmetçi kıyâfetinde çıkar. Böylece, kimse onun Rabbine (CC) yakınlığını bilmez. Meselâ bir vezir, sultanla birlikte tebdîl-i kıyâfet ederek dışarı çıkar. Dostlarından biri veziri tanır ve onunla konuşur. O anda vezir o adama karşı kibirlenerek ve onu bir kenara çekerek: “Bak, sultan benim yanımda” diyemez. Bilakis ona gülümser. İşine bakar, hattâ yanındakinin kendi hizmetçilerinden birisi olduğunu îmâ eder, onu gizler.

Ey oğul! Ne onların hallerini biliyorsun, ne de sözlerine inanıyorsun. Halkla berâber oluşun onlardan seni perdeliyor. Dünyâ makam ve mevkîsi sevdan, baş olma isteğin seni onlardan perdeliyor. Eğer onları istemede sâmîmî olsaydın, onları görür ve onların sözlerinden istifâde ederdin.

Yazık sana! Onların ilmine sâhip olmayan bu âlimlerin meclisine gitme. Benim yanımda içtiğini onların yanında dökme, yoksa şarab sana tesir etmez. Onların hepsi de ilmiyle âmil olanlara nisbetle avamdır, halktır. İlmiyle amel etmeyen kimse, isterse bütün ilimleri yutmuş olsa dahi avamdır. Allah-ü Teâlâ’yı (CC) tanımayan herkes avamdır. Allah-ü Teâlâ’ya (CC) karşı havfi olmadığı halde recâsı olan herkes avamdır. Halvetinde de, celvetinde de takvâ sâhibi olmayan kimse avamdır.

Boşuna bana yol göstermeyin; benim indimde sizin halleriniz şu güneş gibi apaçık. Sizler âdetâ oyun oynayan çocuklarsınız. Şehvetlerinizi yerine getirmek istiyorsunuz. Sizler halkın kulusunuz. Onların atâ ve ihsanlarının kulcuklarısınız. Medihlerinin ve zemlerinin kullarısınız. Boşuna bana delil getirmeyin; benim şüphem kalmadı. Kapının dışında olan da, evin içinde olan da benim nazarımda birdir. Kalplerinizde olan her şeyin yüzünüzde izleri ve işâretleri var.

Beni sizin aranızda oturtan ve beni size konuşturan Allah’ı (CC) tenzîh ederim. Ben kendim hakkında da, sizin hakkınızda da, kısmetim hakkında da zâhidim. Müjdeler olsun bana ki, ben yemiyorum, içmiyorum, giymiyorum, evlenmiyorum, görmüyorum ve gösterilmiyorum… Müjdeler olsun bana ki, ben sizden uzakta duruyorum ve size sözle değil, işâretle vaaz ediyorum. Ben münâfıkları, isyankârları ve müşrikleri görmekten hoşlanmıyorum, ama onlarsız da olmuyorum. Onlar hasta, ben ise onların ateşiyim.

Ey oğul! Îmanda mübtedî olan kimse onlardan bir tânesini bile görmeye katlanamaz ve bir an dahi çekemez; bir münâfık veyâ bir isyankâr veyâ bir müşrik gördüğünde öfkelenir, hattâ elinden gelse onu öldürür. Öyle ki, onlardan bâzıları bir kâfir gördüğünde öfkesinin şiddetinden bayılıp yere düşer. Daha da ilerisi, onların bu hâli Allah-ü Teâlâ (CC) için gösterdikleri gayret ve kıskançlıktan ve o kişiye olan öfkelerinden kaynaklanır. “Bir kul nasıl olur da kâfir olur?” Şüphe yok ki, böyle düşünenler mübtedîdirler. Zîrâ îman başlangıçta zayıf olur, nihâyet ise kuvvetli olur.

Derler ki: “Münâfığın yüzüne ancak ârif güler.” Çünkü ameli çok, mahâreti çok ince ve tıbbı yerleşmiş olduğu için o, münâfığın yüzüne gülümser. Yâni: “Senin devan bendedir, yaklaş!” demektedir. Onu kendine çekebilsin, onunla meşgul olabilsin diye, ona karşı güzel konuşur. Kendisiyle ünsiyet kurabilsin onunla ünsiyet kurar. O kâfir, ârife yakınlaştığında onun hastalığını iyileştirir. Ona islâmı ve îmânı sunar. Bunların vasıflarını, özelliklerini ona anlatır. Ona Rabbinin (CC) kelâmını sunar. Onunla Allah-ü Teâlâ (CC) arasında sulh (barış) olacağına garanti verir. Gün geçtikçe onun küfrü, nifâkı ve mâsiyeti erir, kalbinin hastalığı azalır. Nefsinin cerâhati iyileşir. Zâhiri de, bâtını da herhangi bir husûmet ve münâzaa olmaksızın, herhangi bir azarlama veyâ vurma olmaksızın düzelir.

Hz. İsâ b. Meryem (AS) ve Hz. Yahyâ b. Zekeriyâ (AS) çölde Cenâb-ı Hakk’ı (CC) tesbîh ediyorlardı. Gece olunca Hz. Yahyâ (AS) mü’minlerin köyüne gitti. Hz. İsa (AS) da fâsıkların köyüne gitti. Hz. Yahyâ (AS) hâlinin zayıflığından dolayı mü’minlere, Hz. Îsâ (AS) da hâlinin kuvvetinden dolayı fâsıklara vaaz etmek, onları uyarmak ve onların ellerinden tutup, Rablerinin (CC) kapısına götürmek için gitmişlerdi. Bu, mü’minler arasında namaz kılmaz ve oruç tutmak isterken, öbürü insanları Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ve O’na (CC) kulluğa çağırmak istiyordu.

Ârifin yevmiyesi ve ibâdeti halkı Allah-ü Teâlâ’ya (CC) dâvet etmektir. O bu makamda Allah-ü Teâlâ (CC) ile berâber olmaktan geri durmaz. Mü’min ameledir, mü’min gündelikçidir; ârif-billâh binâ yapandır (mîmardır); âlim-billâh ise mühendis ve yol yapan kimsedir.

Yazık sana! İslâmını düzeltmeden nasıl bu makâma çıkar ve halka ilim öğretirsin? Aşağı in! Aksi halde başaşağı indirilirsin. Allah-ü Teâlâ’nın (CC) dînini koruyacağı, münâfık kimseleri velâyetinden azledeceği, kürsülerinden alaşağı edeceği, halka konuşmalarını engelleyeceği muhakkaktır. Ey münâfıklar! Benim halka karşı genel bir muhebbet ve dinde herkes için velâyet sâhibi olduğumu bilmiyor musunuz?

Ey bütün halk! Ben Allah-ü Teâlâ (CC) ile size karşı zenginim. Dünyâdan zerrece bir şeye sâhip olmasam dahi, zenginlik benim ellerimindedir. Halktan birisi bana bir şey verirse veyâ bana bir iyilik ederse, ben onu Allah-ü Teâlâ’nın (CC) elinden alırım ve o iyiliği onun hezeyânı, Rabbine (CC) karşı cehâleti ve O’ndan (CC) uzaklığı olarak görürüm. Birisine bir şey verdiğimde de bunu Allah-ü Teâlâ’nın (CC) muvaffakiyeti sayarım. O’nun (CC) atâ ve ihsânı nasıl benim elimden çıkmasın ki, ben gerçekte verenin Allah-ü Teâlâ (CC) olduğunu, kendim olmadığını bilirim. Önemsemen kadar atâya kavuşursun, önemsemen kadar menedilirsin. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Muhakkakki, Allah (CC) yüce işleri sever, önemsizleri değil.[6]

Ey cemâat! Çoluk çocuğunuza ve eşlerinize edep öğretin, Allah-ü Teâlâ’ya (CC) ibâdeti, O’na (CC) karşı güzel edepli olmayı, O’ndan (CC) râzı olmayı öğretin. Rızıklarınız husûsunda kalp yönünden endişelenmeyin, ama kazanç ve çaba yönünden onları önemseyebilirsiniz. Ben sizlerin çoğunu evlat terbiyesini terketmiş, fakat rızık konusuna büyük önem veren kimseler olarak görüyorum. Aksine gidin, gittiğiniz yoldan dönün… Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Hepiniz çobansınız (gözeticisiniz) ve hepiniz güttüğünüzden (gözetiminizden) sorumlusunuz.[7] Baba, evlâdından ve eşinden sorumludur, evlat ve eşler de babadan sorumludur. Her lider kendisine tâbi olanlardan sorumludur, her tâbi de liderinden sorumludur. Öğretmen öğrencilerinden sorumludur. Muhtar köy halkından sorumludur. Sultan memleketindeki insanlardan sorumludur. Mü’minlerin lideri de –ki, o halkın tamâmını gözeten kimsedir- halkından sorumludur. İçinizde sorumlu olmayan kimse yoktur. Herkesin bir derecesi vardır.

Zulmetmemeye çalışın. Hakları hak edenlere vermek uğrunda çabalayın. Aranızda hediyeleşin. Birbirinize merhamet edin. Birbirinize lânet okumayın. Birbirinize kahretmeyin. Birbirinize güzellikle, hoşlukla muâmele edin. Gizli yönlerinizi araştırmayın. Birbirinizin hatâlarını affedin. İnsanları Allah-ü Teâlâ’nın (CC) örtüsü altına çağırın. Hiçbir teftiş, tecessüs (araştırma) ve meraklanma olmaksızın, mârufu emredin, münkerden menedin. Ortaya çıkan hatâları görmezden gelin; siz gizliden sorumlu değilsiniz. Siz insanların hatâlarını örtün ki, Allah-ü Teâlâ (CC) da sizin hatâlarınızı örtsün. Hz. Peygamber (SAV) insanların hatâlarını örtmeyi sever, iz ve işâret peşinde gitmekten hoşlanmazdı. Bundan dolayı şöyle demiştir: “Sınırı şüphelilerle bitirin.[8] Ve güneşi işâret ederek, Hz. Ali’ye (KV) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali (KV)! İşte bunun gibi apaçık olanlar için şâhitlik et.

Ey oğul! İhsân, hakkı vermek ve bâzı hakları almaktır. Gücün varsa hakkının hepsini hibe et, bağışla, hattâ fazlasını da ver. Bu senin için îmâna ve Rabbine yakınlığa dönecektir. Tarttığında fazla fazla tart ki, Allah-ü Teâlâ (CC) da kıyâmet gününde senin mîzânını fazla fazla tartsın. Ey tartıcı! Fazla fazla tart ki, senin için de fazla fazla tartılsın. Katı olma. Hz. Peygamber (SAV) birisinden bir şeyler ödünç almıştı. Geri öderken tartıcıya şöyle dedi: “Fazla fazla tart.[9] Biriniz birisinden bir borç aldığında -başlangıçta şart koşulmaksızın- aldığından daha iyisini veyâ fazlasını ödesin.

Ey cemâat! Allah’tan (CC) Allah’ın (CC) kurbiyetini satın alın. Allah’tan (CC) Allah’ı (CC) satın alın. Kısmetlere gelince, onlar yazılmıştır, kaydedilmiştir. Talep etseniz de, talep etmeseniz de, Rabbinize (CC) ibâdet etseniz de, isyan etseniz de, iyi olsanız da, kötü olsanız da onlar ne artar, ne eksilir. Onların sonradan geleni öne geçmez, önce geleni ertelenmez. Size düşen, kalp cihetinden halktan çıkmak ve sır ayaklarınız üzerine Rabbinizin (CC) huzûrunda ayakta durmaktır. Muhakkak ki, Allah-ü Teâlâ (CC) gerçek râzıktır, gerçek rızık verendir. Diğerleri ise ancak “rızık verilen”dir. O (CC) zengindir, diğerleri fakirdir. O (CC) kâdirdir, güçlüdür, diğerleri âcizdir. Hareket ettiren, sükûnet veren, musallat eden, musahhar kılan hep O’dur (CC). Halk O’nun (CC) elindeki bir sebepten ibârettir. O (CC) her şeyi sebep kılmıştır. Kalpleriniz yönünden, halvetleriniz, mânâlarınız ve sırlarınız yönünden halkı unutun. Mâsivâyı kalplerinizden çıkarın. O’ndan (CC) başka bir şeyin isteği ve arzusu olduğu halde kalplerinize nazar edilmesinden sakının. İslam olun, teslim olmaya çalışın. Tevhîd edin, birleyin ki, vahdeti bulasınız. Kadere râzı olun, mukadderde fânî olun. Rabbinizi (CC) dinleyin, halkı dinlemekte sağır olun. Halkı dinlemeye karşı bir saatçik de olsa sağır ve onları görmede kör olun. “Cesâret bir saatlik sabretmektir.” Bütün kalbinizle bu saatte tevbe edin.

Ölümü ve ondan sonrasını düşünün. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Zevkleri yerle bir edeni çokça anın; o çok hatırlanan şeyleri azaltır, az hatırlanan şeyleri çoğaltır.[10] Ölümü düşünmek nefis hastalıklarının devâsı ve kalpler için bir azık ve faydadır. Ölümü unutmak kalbi katılaştırır ve ibâdetlere karşı tembelleştirir. Ölümü unutmak insana, halkı dikkate alma, zararı ve faydayı ondan görme, onlara izâfe etme duygusu verir ve onu küfre iter, karartır, Rabbinden (CC) perdeler. Sebeplere güvenmek îmânı eksiltir; îkan nûrunu söndürür; kalbi Rabbinden (CC) perdeler; O’ndan (CC) nefret etmeye sevkeder; O’nun (CC) gözünden düşmeye sebep olur; O’nun (CC) kurbiyetinin kapısını kapatır.

Vah sizlerden çektiklerim! Bu hâlinizle nasıl ölürsünüz! Kalpleriniz îmandan, îkandan, tevhîdden, ihlastan ve mârifetullahtan bomboş… Rabbinize (CC) karşı îtirazınız ne de çok! Yazık sizlere! Siz kimsiniz? Ne kadar da küstahsınız! Bütün işiniz gücünüz gece gündüz Rabbinize (CC) îtiraz etmek. Îtiraczı, kurbiyet kokusunu duyamaz. Eline zerrece bir şey geçmez. Rabbinize (CC) karşı îtirazı terkedin, ey kalplerini kaybetmişler, ey îmânı gerilerine atmışlar!

Allah’ım (CC)! Bizi sevdiğin şeylerle biraraya getir. Sevmediğin şeylerden bizi ayır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.” (Âmin)

www.GAVSULAZAM.de


[1] Buhârî, es-Sahîh, “Mardâ” 3; Tirmizî, es-Sünen, “Zühd” 57.

[2] bak.: Hâkim, el-Müstedrek, IV/315.

[3] Zebîdî, İthâfü’s-sâde, VI/290.

[4] Kanaatimizce Hazret burada, sayısı belli olan ricâl-i gaybı kesdetmektedir.

[5] Mâide S. A.45.

[6] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, hadîs no: 2894.

[7] bak.: Buhârî, es-Sahîh, “Cum’a” hadîs no: 853 (bu hadîsin anlamı hakkında açıklama için 34 no.lu dipnota bakınız).

[8] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I/63 (no: 166).

[9] Ebû Dâvûd, es-Sünen, “Büyû’” hadîs no: 3336.

[10] Tirmizî, “Zühd” hadîs no: 3308.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri