ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Hz. Peygamber’in (SAV) şöyle söylediği rivâyet edilmiştir: “Cebrâil (AS) bana dedi ki: ‘Allah (CC), kullarından ancak merhamet ile davrananlara merhamet eder’.[1]Yeryüzündekilere merhamet et ki, gökyüzündekiler de sana merhamet etsin![2]

Ey Rabbinden (CC) rahmet isteyen kişi! Onun değerini bir ölç. Zîrâ o şu an senin elinde. Onun değeri nedir? Rabbinin (CC) rahmetinin değeri, senin O’nun (CC) yarattıklarına karşı merhamet göstermen, şefkatli davranman ve onlara karşı niyetini düzeltmendir. Sen istediğin şeye karşılık ortaya bir şey koymuyorsun. Ücreti ver, malı al! Yazıklar olsun sana ki, Allah’ı (CC) bildiğini söylüyorsun da, O’nun (CC) yarattıklarına merhamet etmiyorsun!. Sen iddianda yalancısın… Ârif-billah olan kimse O’nun (CC) yarattıklarına ilim yönünden merhamet eder; topluluklara da hüküm (şerîat) cihetinden merhamet eder. Hüküm ayırır. İlim ise bir araya getirir.

Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Evlere kapılarından girin.[3] Sâdık ve ilmiyle amel eden şeyhler Cenâb-ı Hakk’ın (CC) kapıları ve O’nun (CC) kurbiyetinin “yolları”dır. Onlar Nebîlerin (AS) ve Peygamberlerin (AS) vârisleri ve nâipleridir, vekilleridir. Onlar Cenâb-ı Hakk’ın (CC) “müferrid”leri[4] ve dâvetçileridir. Onlar O’nunla (CC) halkı arasındaki elçilerdir. Onlar “din doktorları”, “hak öğretmenleri”dir. Onları kabul edin ve onlara hizmet edin. Câhil nefislerinizi onların emir ve nehiylerine teslim edin.

Rızıklar Allah-ü Teâlâ’nın (CC) elindedir. Bedenin rızkı, kalbin rızkı, esrârın rızkı… bütün bunları O’ndan (CC) isteyin, başkasından değil. Bedenin rızkı yemek ve içmektir. Kalbin rızkı tevhîddir. Esrârın rızkı ise “hafî” (sessiz, gizli) zikirdir. Mücâhede ile, ona bir şeyler emredip, birşeylerden nehyederek ve riyâzat ederek nefislerinize merhamet edin. Mârûfu (doğruyu) emrederek, münkerden (yanlıştan) nehyederek, onlara nasîhat ederken samîmi davranmak sûretiyle, ellerinden tutup Hakk’ın (CC) kapısına getirmek sûretiyle halka merhamet edin.

Rahmet, merhamet mü’minin sıfatlarındandır. Katılık ise kâfirlerin sıfatlarındandır. Size gelmeyene siz ulaşın. Sizi mahrum edene siz verin. Size zulmedeni siz affedin. Eğer böyle yaparsanız ipleriniz Allah’ın (CC) ipine ulaşır. O’nun (CC) sâhip olduklarına siz sâhip değilsiniz. Zîrâ bu ahlak Cenâb-ı Hakk’ın (CC) ahlâkıdır.

Münâcât ve mânevî ziyâfet evi olan mescitlere çağıran müezzinlere icâbet edin. Onlara icâbet edin ki, kurtuluş ile, onların indindeki gerçek alış-veriş ile karşılaşasınız. Eğer O’nun (CC) dâvetine icâbet ederseniz, O (CC) sizi evine alır, size karşılık verir, yakınlaştırır, mârifeti ve ilmi öğretir. Yanında olanı size gösterir. Bedeninizi süsler. Kalplerinizi temizler. Sırlarınızı tertemiz eder. Doğru yolu size ilham eder. Sizi karşısına oturtur ve kalplerinizi kurbiyet evine ulaştırır. O (CC) eve girmeniz için sizi çağırır. O (CC) kerîmdir. Eğer O’nun (CC) dâvetini kabul eder ve O’na (CC) duâyı hafife almazsanız size karşılık verir. Size lutuf ve ihsanda bulunur. Size “hil’at” (makam elbisesi) giydirir. Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “İyiliğin karşılığı iyilik değil midir?[5] Ameli güzel yaparsanız sevâbı da güzel olur. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Nasıl muâmele edersen öyle muâmele görürsün.[6] Ve yine: “Bulunduğunuz hâle göre idâre edilirsiniz[7] buyurmuştur. Amelleriniz kendi amellerinizdir.

Dünyâda, ibret alan ve iffet sâhibi olan zâhidlerin kalpleri ile yaşayın. Onda vatan tutmayın. O ne vatan yeridir, ne de makam yeridir. Asıl vatan ve son makam vardır. Bu dünyâ âhirete göre zindandır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Dünyâ mü’minin zindanıdır.[8] Mü’min, dünyâda nîmetler içerisinde binsene yaşasa bile yine de dünyâ mü’minin zindanıdır. Onun kurtuluşu, sevinci, hoşluğu, sevâbı, devleti, emir ve nehyi ve rahatlığı ise ancak âhirettir.

Âlim ve sıddık ârife gelince, o sevâbını âhiretten önce dünyâda alır. O Rabbine (CC) yakınlaşmıştır. O yaratılmamış olmayı temennî eder. Kıyâmeti de, cenneti de zahmet olarak görür. Kıyâmet günü sakladığı sırların ortaya çıktığını görür. Zîrâ o gün sırlar şekil kazanır. O, kabrinden kalktığını ve üzerinde zînetli elbiseler olduğunu görür. Onu gılmanlar ve merâsimciler karşılıyordur. Fakat onun kalbi bunlara karşı ebediyyen zâhiddir. Rabbini (CC) görmenin yanında, zahmet olarak gördüğü için bunlardan hoşlanmaz. O nîmet vereni sever, nîmeti değil. O Rabbinin (CC) huzûruna sır kapısından girmeyi sever, merâsim ile girmeyi değil. Cennette olmaktan hoşlanmaz. Zîrâ oradaki nîmetlere aldanarak değişebilir. Ayrıca, Allah’ı (CC) seven kişi O’ndan (CC) başka her şeyi terk eder. Hattâ o, oraya bağlanmasın, oraya aldanmasın, adımları Rabinden geri durmasın, başka şeyle meşgul olmasın diye cenneti görmemeyi temennî eder.

Allah-ü Teâlâ’yı (CC) âhiretten önce dünyâda tanıyamayanlar! Sizlerden dolayı vâh yangınlarım ve vâh ateşlerim! Ve O’nun (CC) kurbiyetinin nesîmini, rüzgârını koklayanlar! Ve O’nun (CC) fazîlet, üstünlük yemeğini yeyip, ünsiyet şarabını içenler! Size daha ne kadar nidâ edeceğim, ey münâfıklar? Sizler duymuyorsunuz ki… Yarın derinden duyacaksınız ama icâbet edemeyeceksiniz. Ne kadar uzaktasınız! Ve size ne kadar da uzaktan sesleniliyor! Sesiniz yerin dibinden geliyor; kurbiyet kalesinden değil, iyilik sâhilinden değil. Bütün işleriniz mîdeniz, şehvetiniz, bedenleriniz ve bütün dünyânız. Bütün bunların hepsi pisliktir, kirdir.

Açlık, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) yeryüzündeki yemeğidir: Sıddıkların karnı onunla doyar. Ey fakirlikten korkanlar! Asıl fakirlik fakirlikten korkmaktır. Zenginlik ise Allah-ü Teâlâ (CC) ile O’nun (CC) dışındaki herşeyden zengin olmaktır: Dirhem ve dinar zenginliği zenginlik değildir.

Ey oğul! Nefsinin kıyâmetini kopart. Tefekkür ayaklarınla cehenneme ve cennete gir. Onlara îman ve yakîn gözlerinle bak. Mü’min, fikri ve nazarı düzelinceye kadar amel işlemekten geri durmaz. Fikri ve nazarı düzeldiği zaman kıyâmeti kopmuş demektir. Rabbinin (CC) huzûrunda dirilir, ayağa kalkar; amel defterinin sayfalarını okumaya başlar, iyiliklerini ve kötülüklerini görür. Kötülüklerinin iyiliklerinden fazla olduğunu görür. Cehenneme girmeyi haketmiştir. Sırattan geçmesi gerekir. Onun üzerinden havf u recâ ile, helâk olma, cehenneme düşme duyguları ile geçer. İşte o bu halde iken, Allah-ü Teâlâ (CC) ona rahmetini yetiştirir ve onun kendisine bırakılmasını emreder. Ayaklarının altındaki sırat genişletilir, cehennemin alevi rahmet suyu ile söndürülür. Hattâ cehennem ona şöyle der: “Geç, ey mü’min! Nûrun alevimi söndürdü.[9] İşte mü’min bütün bunları tefekkür eder, düşünür, enine boyuna değerlendirir. Kesin bir kanaate sâhip oluncaya kadar bunları tefekkür etmekten geri durmaz.

Size açıkladığım bu, nasiplerinizin peşinden koşma meselesini düşünmekten geri durmayın. Nasiplerin peşinden koşmayın, bırakın onlar sizin peşinizden koşsun. Bu benim tecrübe ettiğim, gözlerimle gördüğüm bir şeydir. Bunu, bu “yol”a girmiş olan ve bu yolu deneyen benden başka kimseler de görmüştür. Acele etmeyin; nasiplerinizi kaybetmezsiniz. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Hiç kimse rızkını tamamlamadan dünyâdan göçmez. O halde Allah-ü Teâlâ’ya (CC) karşı takvâ sâhibi olun ve isteklerinizi güzelleştirin.[10] Yavaş olun, hırslanmayın, boşa yorulmayın, sebatlı olun. İsteklerinize karşı işte böyle olun.

Eğer hükümdarların kapısından yüzçevirirsen Allah-ü Teâlâ (CC) sana hiç kapanmayan bir kapıyı açar: Sır kapısı, bâtın kapısı… Bu kapıyı sana hiçbir kuvvetin, gücün ve tahmînin olmadan açıverir.

Mü’min, Rabbinin (CC) kapısını hedef edinmek sûretiyle, nefsinin hevâ ve heves evini terkeder. O bu durumda iken, nefsinin, malının, ailesinin âfetleri onun yoluna durur. O şaşırıp kalır. Günahlarına, Rabbinin (CC) şerîatinin hudutlarını yırttığı kötü ahlâkına geri döner. Sonra bütün bunlardan tevbe eder, “niçin”i ve “nasıl”ı terkeder. Münâzaadan, iddiâcılıktan bâtınen ve zâhiren hiç konuşmaz olur. Teslim olur, kendini bırakır, müdâfaa etmez.

Onun önündeki o set, onun hareketiyle, çalışıp çabalamasıyla değil, ancak Rabbinin (CC) ona yardımı ile açılabilir. Bütün işi O’nu (CC) zikretmek, O’na (CC) dönmek, günahlarını düşünmek, onlara istiğfar etmek ve nefsini kötülemek olur. Bu durumdan çıkınca, Rabbinin (CC) kaderine geri döner. Der ki: “Allah-ü Teâlâ’nın (CC) benim hakkımdaki kaderi ve kazâsı değişmez yazıdır.” Dil ile değil, kalben teslim olur, tefvîz eder, her şeyi Allah-ü Teâlâ’ya (CC) bırakır. Bu halde iken, kapalı olan gözlerini açar, bakar ki, o set gitmiş, kapı açılmış. Artık, âfet yerine nîmet gelmiştir; darlık yerine genişlik; hastalık yerine âfiyet; yokluk yerine mülk… Bütün bunları Allah-ü Teâlâ’nın (CC) şu buyruğu desteklemektedir: “Allah’a (CC) karşı takvâ sâhibi olan kişiye O (CC) bir çıkış yolu yapar ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.[11]

Böyle bir kul yine de nîmete şükretmekten geri durmaz. Kalbinin adımlarıyla Rabbine (CC) ulaşıncaya kadar, belâlara muvâfakat göstermekten, hatâları ve günahları îtiraf etmekten, nefsini kınamaktan geri durmaz. Rabbinin (CC) kapısına ulaşıncaya kadar iyiliklerle, günahlardan tevbe ile adım atmaktan geri durmaz. Oraya vardığında ise, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyi görür.

Kulun kalbi Rabbine (CC) vâsıl olduğunda tevbesi kesilir, iyilikler ve kötülükler, şükür ve sabır, yorgunluk ve rahatlık biter: Nasıl ki, misâfir, gideceği yere varınca adımları biter ve sohbete, müşâhedeye, konuşmaya katılır ve sırlara vâkıf olur, işte öyle… Muhib mahbûbuna ulaştığında yorgunluk kalır mı? Yorgunluk rahata döner; uzaklık yakına, gaybet huzûra, duyma gözle görmeye… Mahbûbunun sırlarına muttalî olur. Mahbûbu ona evini gezdirir. Hazînelerinin kapısını ona açar. Yataklarında onu istirahat ettirir. Siz de böyle yapmıyor musunuz? Allah-ü Teâlâ (CC) insanlara misaller verir. Ehl-i işâret olan işâretten anlar.

Ey “huzurda duran kalp” ile ibâdet etmeyen âbid! Senin durumun gözleri bağlı olup da değirmen taşı çeviren devenin durumuna benziyor. O fersahlarca yol aldığını zanneder de, aslında yerinden ayrılmamıştır. Yazık sana! Namazında ayakta duruyorsun, oturuyorsun, namazında acıkıyorsun, susuyorsun: Zerrece ihlas ve tevhid olmayan namazın sana ne faydası olur? Eline yorgunluktan başka bir şey geçmez. Namaz kılıyorsun, oruç tutuyorsun, ama kalp gözün insanların evlerinde, ceplerinde ve sofralarında!… Onların sana hediyeler getirmesini bekliyorsun. İbâdetini gösteriyorsun, orucunu ve mücâhedeni bildiriyorsun. Ey halkı şirk koşan! Sen hiçbir şeye sâhip değilsin. Şirkinden dön. Ey münâfık! Ey mürâî! Ey ruhânî ve rabbânî sıddıkların saflarından geride duran! Sen benim sizin kaşağınız, körüğünüz ve zâbıta memurunuz olduğumu bilmiyor musun? İddiâlarınızın isbâtını isterim! Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Eğer iddiâları insanlara bırakılsa idi, herkes diğerinin kanının helâl olduğunu iddiâ ederdi; fakat dâvâcıya isbat, dâvâlıya ise yemin düşer.[12]

Ne kadar çok konuşuyorsun; buna karşılık fiilin de ne kadar az! Gittiğin yoldan dön. “Allah’ı (CC) tanıyan kimsenin dili tutulur.[13] Kalbi konuşur. Sırrı safâ bulur. Yüksek derecelere ulaşır. Rabbine (CC) ünsiyet kazanır, O’nunla (CC) rahata erer. Bütün ihtiyaçlarını O’nunla (CC) giderir.

Ey kalp ateşi! Serin ve selâmetli ol. Ey kalp! Öyle bir güne hazırlan ki, o gün yeryüzü ve dağlar yürür, yeryüzü içindekileri ortaya çıkarır. İşte, asıl “erkek adam” o gün îmân, yakîn, Mevlâ’sına (CC) olan tevekkül, muhabbet ve iştiyâk ayaklarıyla, âhiretten önce dünyâda elde etmiş olduğu mârifet ayaklarıyla sapasağlam durur. O gün sebep ve halk dağları gider, müsebbib ve Hâlık (CC) kalır. Sûret ve zâhir melikleri gider, kaybolur; bâtın melikleri ortaya çıkarlar. Onlar kıyâmet günü, o değişip dönüşme gününde sapasağlam ayakta kalırlar. Şu dağları görüyorsunuz da onların gücüne, kuvvetine, sağlamlığına, dimdik ayakta duruşuna hayran kalıyorsunuz ya, işte onlar o gün çırpılmış pamuk gibi olacak. Yerlerinden kökleriyle birlikte sökülecekler. Azametleri kaybolacak, bulutlardan daha hızlı kayıp gidecekler. Gökyüzü eriyecek, erimiş bakır gibi olacak. Göğün ve yerin vasıfları değişecek. Dünyâ nöbeti, ahkâm nöbeti, ameller nöbeti, ekim nöbeti ve teklif nöbeti sona erecek. Âhiret nöbeti, kudret nöbeti, amellerin mükâfâtlandırılması nöbeti, hasat nöbeti, külfetten kurtulma nöbeti, her iyilik sâhibine iyiliğinin karşılığının verilmesi nöbeti başlayacak.

Allah’ım (CC)! O gün kalplerimize ve uzuvlarımıza sebat ihsan et. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

www.GAVSULAZAM.de


[1] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I/194 (no: 654).

[2] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I/97-98 (no: 314).

[3] Bakara S. A.189.

[4] Müferrid: Hakk’a (CC) ibâdet ve itâat etmede öncü kişiler.

[5] Rahmân S. A.60.

[6] Deylemî, el-Firdevs, hadîs no: 2203.

[7] Deylemî, el-Firdevs, hadîs no: 4918.

[8] Müslim, es-Sahîh, “ez-Zühd ve ve’r-Rakâik” hadîs no: 2965.

[9] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, 7/360.

[10] bak.: Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, II/4, (Halep-tsz).

[11] Talâk S. A.2-3.

[12] Müslim, es-Sahîh, “Akdıye” hadîs no: 1711.

[13] Bak.: Süyûtî, Şerhu Sünen-i İbn Mâce, I/288.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri