ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Her sanat için ehlinden yardım isteyiniz.[1] İbâdet bir sanattır. Onun sâlih, gerçek, iyi bilen ehilleri ise amellerinde ihlâslı, Allah’ın (CC) hükmünü bilen ve uygulayan, halk ile vedâlaşmış, nefsinden, malından, yakınlarından ve bütün mâsivâdan kalp ve sır ayaklarıyla uzaklaşmış kimselerdir. Onların bünyeleri şehirde halk arasında olsa da, kalpleri çöllerde ve ıssız yerlerdedir. Onlar kalpleri terbiye oluncaya ve kalp kanatları kuvvetlenip semâya uçabilir bir hâle gelinceye kadar bu halden vazgeçmezler. Böylece kaygıları azalır, kalpleri uçar ve Hakk (CC) katında olurlar. Allah’ın (CC) şu âyette belirtmiş olduğu kimselerden olurlar: “Onlar bizim indimizde “mustafâ” (temizlenmiş, seçilmiş) imselerden ve “ahyâr”ndırlar (hayırlı, iyi kimselerdendirler).[2] Sırrına “emân” (emniyet) kitabı verilip, kalbiyle kurtuluşa erinceye kadar mü’minin korkusu gitmez. Bu çok az kimsenin bileceği bir şeydir, halk işlerinden değildir.

Yazık sana, ey halkı şirk koşan! Arkasında oturanı olmayan kapıları daha ne kadar çalacaksın? Kızgın olmayan, soğuk demiri daha ne kadar döveceksin? Aklın yok! Fikrin yok! Tedbîrin yok! Yazık, yazık! Bana yaklaş, benim yemeğimden bir lokma ye. Benim yemeğimden tatmış olsaydın, başkalarının yemeğine itlifat etmezdin. Hâlık’ın (CC) yemeğinden tatsaydın, kalbin ve sırrın halkın yemeğinden hoşlanmazdı. Bu iş kalplerde olur; elbisenin, derinin, kemiğin ötesindedir. İçerisinde halktan birileri dolaştıkça, kalp sıhhat bulamaz, düzelemez. Kalpte zerre kadar dahi dünyâ sevgisi bulunduğu müddetçe îman sıhhat bulamaz. Îman yakîne (kesin bilgiye), yakîn mârifete, mârifet de ilme dönüşürse, işte o zaman sen Allah-ü Teâlâ (CC) için çabalayan bir kimse olursun. Zenginlerin elinden alır, fakirlere verirsin. Mutfağın sâhibi olursun, rızıklar senin sır ve kalp elinden geçer.

Böyle olduğun müddetçe sana “kerâmet (ikram) yok, ey münâfık! Sen vera sâhibi, zâhid, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) hükmünü ve ilmini bilen bir şeyh eliyle temizlenmedin. Yazık sana! Hiçbir şeyin yok, ama bir şey istiyorsun! Eline hiçbir şey geçmez. Dünyâ bile yorgunluklarla, çabalarla elde edilirken, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) indindekini elde etmek nasıl olur? Sen nerdesin, Allah-ü Teâlâ’nın (CC) kitâbında kendilerini “Geceleri çok az uyurlar ve seher vakitlerini de istiğfar ile geçirirler[3] şeklinde çok ibâdetle vasfettiği kimseler nerede? İbâdetteki sadâkatleri gerçekleşince onların başlarına “uyandırıcılar” konur; uyandırıcılar, onları yataklarından kaldırırlar. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah-ü Teâlâ (CC), Cebrâîl’e (AS) şöyle buyurur: ‘Ey Cibrîl (AS)! Falancayı kaldır, falancayı da uyut’.

Sûfîlerin Allah-ü Teâlâ’ya (CC) giden kalp adımları uyanınca, rüyâlarında uyanıkken görmedikleri şeyleri görürler. Onların kalpleri ve sırları uyanıkken görmedikleri şeyleri görür. Oruç tutarlar, namaz kılarlar, nefislerini aç bırakarak mücâhede ederler ve dünyevî hedeflerden yüzçevirirler. Her türlü ibâdette karanlıkları gider, aydınlığa ulaşırlar. Böylece cenneti kazanırlar. Cenneti kazanınca onlara şöyle denir: “Bundan sonra Hakk’ı (CC) talep etmekten başka yol yok!” Artık amelleri kalpleriyle işlemeye başlarlar. Kalpleri O’na vâsıl olduğunda ise orada sapasağlam durur, hayat bulur. Ne istediğini bilen kimse için Rabbine (CC) itâat yolunda harcadığı gayret ve enerjinin bir önemi olmaz.

Mü’min, Rabbiyle (CC) mülâkî oluncaya kadar dâimâ yorgun olur. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Rabbiyle (CC) karşılaşıncaya kadar mü’min için rahat yoktur.[4] Yine O’ndan (SAV) şöyle rivâyet edilmiştir: “Mü’min vefat edip kabrine konulduğu zaman Münker (AS) ve Nekir (AS) ona sorular sorar, o da cevap verir. Rûhuna, Cenâb-ı Hakk’a (CC) yükselmesi ve O’na (CC) secde etmesi için izin verilir. Onunla birlikte bir grup melek de bulunur. O Rabbine (CC) mülâkî olur. Ondan perdeli olan şeyler ona açılır. Sonra cennette sâlihlerin ruhlarının toplandığı yere götürülür. Onu karşılarlar, ondan kendi hâlini ve dünyâyı sorarlar. Bildiklerini söyler. Sonra ona derler ki: ‘Filanca ne yapıyor?’ Der ki: ‘O benden önce öldü!’ Derler ki: ‘O bizim yanımıza gelmedi! Lâ hevle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm! O, Cehenneme atılmış olmasın?’ Sonra o cennette otlayan ve arşın altında asılı bir kandile konan yeşil bir kuşun kursağına konur.”[5] İşte bu, mü’minlerin çoğunun karşılanma şeklidir. Allah’ın (CC) selâmı ve selâmeti onların üzerine olsun ve Cenâb-ı Hakk (CC) bizleri de onlardan eylesin, onlar gibi yaşatsın, onlar gibi öldürsün. (Âmin)

Ey fakîrler! Ey türlü türlü musîbetlere mübtelâ olmuşlar! Ölümü ve ölümden sonrasını düşünün. O zaman fakirliğiniz ve müsîbetleriniz size hafif gelir. Dünyâya ve içindekilere vedâ etmek kolaylaşır. Söylediklerimi dinleyin, çünkü bunu ben tecrübe ettim ve bu yoldan ben geçtim. Sûfîler Rablerinin (CC) rızâsından başka bir şey gözetmezler. Onlar cennetten kalktılar ve cennetin Hâlık’ının (CC) huzûrunda durdular.

Sâdece Rablerinin (CC) rızâsını ve hoşnutluğunu istedikleri için, onların yanları yatakta uzanmaktan nefret eder. Onların kalpleri ile ailelerinin arası ayrılmıştır. Onların başına deli-divâne eden iş gelmiştir. Dükkanlarını kapatmışlardır. Çölleri ve sahrâları mesken tutmuşlardır. Sükûnları yoktur. Onların geceleri gece değildir, gündüzleri gündüz değildir. Yanları yataktan nefret eder. Kalpleri kızgın tavadaki tâne gibidir. Kalpleri ondan nefret eder ve kaçar. Tefekkür tavasındaki tâne… Muhâsebede, münâkaşada, münâzaada olan tâne… İşte akıllı, zekî ve uyanık olanlar bunlardır. Onlar dünyâyı da, içindekileri de tanımış olan kimselerdir. Onun hîlelerini, büyülerini, sıkıntılarını ve onun kendi çocuğunu bile boğazladığını bilmişlerdir.

Sûfîlere kalplerinden nidâ edilmiş ve onların yanları da yataktan uzaklaşmıştır. Sûretleri duyduktan sonra, mânâları da duymuştur onların. Kafeslerle birlikte kuşlar da duymuştur. Onlar Hakk’ın (CC) şu kelâmını işitmişlerdir: “Bana muhabbet duyduğunu iddiâ edip de gece olunca uyuyan kimse yalancıdır!” İşte bu yoklamadan, onlar utanıp mahcup olmuşlardır da, gecenin karanlığında Rablerinin (CC) huzûrunda dikilmişlerdir. O’nun (CC) huzûrunda ayaklarıyla saf tutmuşlardır. Gözyaşlarını yanaklarına doğru akıtmışlardır. Kalp adımlarıyla O’nun (CC) yanına girmişlerdir. O’nun (CC) huzûrunda havf-u recâ ayaklarıyla durmuşlardır; reddedilmekten korkarak, kabul edilme emniyetini umarak.

Ey kavim! Ey Sûfîler! Bu açık hükme hizmet edin. Allah’ın (CC) kitâbı ve Nebîsinin (SAV) sünneti ile amel edin. Amellerinizde ihlaslı olun. Sonra O’nun (CC) lutuflarından, ikramlarından, kurtuluşlarından göreceklerinizi bekleyin. Ey mahrumlar! Ey firârîler! Ey sırtını dönmüş gidenler! Buraya gelin. Ey kaçaklar! Geri dönün. Âfet oklarından kaçmayın. Onlar vehimden başka bir şey değil. Sebatkâr olun! Onlara şer olarak sizler yetersiniz. Sizin başınıza sizden başka bir şey düşmez! Sıddıkların göğüsleri onlara karşı kalkandır! Siz bu işin ehli değilsiniz. Ne siz o âfetler içinsiniz, ne de onlar sizin için. Sizler seyircisiniz. Sizler tebeasınız. Sizler sâdece bu topluluğun kalabalığını artırıyorsunuz. Bir topluluğu kalabalıklığını artıran onlardandır.

Mü’minin üç gözü vardır:

1- Baş gözü: Onunla dünyâya bakar.

2- Kalp gözü: Onunla âhirete bakar.

3- Sır gözü: Onunla da Cenâb-ı Hakk’a (CC) bakar.

Baş gözü dünyâ ile biter.

Kalp gözü âhiret ile biter.

Sır gözü ise hem dünyâda hem de âhirette Cenâb-ı Hak (CC) ile berâberdir. Çünkü o dünyâda da, âhirette de O’na (CC) bakar.

Bu vasıfları hâiz bir mü’min ümran bir bölgede olursa, o bölge halkı için o bir rahmettir. Şâyet orada böyle bir mü’min olmazsa, üzerine yukarıdan ip sarkıtsalar bile, orası bölge yerle bir olur. Bunu doğru bilin ve buna inanın. Nebîleri (AS) ve Resûlleri (AS) katleden, onlara ve Rablerine (CC) düşmanlık eden câhiller gibi olmayın. Onlar rahmetten uzaklaştırılmış, perdelenmiş, kovulmuş kimselerdir.

Allah’ım (CC)! Benim ve şu cemâ’atin tevbesini kabul eyle. Beni ve onları hidâyete ulaştır. (Âmin)

Ey dünyâ nîmetleri ile nîmetlenenler! Çok yakında nîmetlerinizden ayrılacaksınız. Şöyle diyen şâir ne gizel demiş: Ey Oğul:

***

Söz dinle mümkün olduğunca.

Bunu anlamazsan işte bu kayıptır, fevttir.

İstediğin kadar ye, istediğin gibi yaşa,

Herşeyin sonu ölümdür, mevttir.

***

Çok yakın zamanda malın da bitecek, gözün görmez olacak, aklına halel gelecek, yemen içmen azalacak. Gözlerin can çeken şeyler görecek, ama sen onları yiyemeyeceksin. Eşin dostun, çoluğun çocuğun sana kızacak ve ölmeni isteyecekler. Üzerine gamlar, kederler atılacak. Dünyâ senden uzaklaşacak, âhiret sana yaklaşacak. Şâyet senin sâlih amellerin olursa, o seni karşılayacak ve seni bağrına basacak. Eğer böyle değilsen yerin kabir çukuru, barınağın cehennem olacak. Bunlar boş değil! Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Gerçek hayat âhiret hayâtıdır[6] ve bu sözü hem kendi kendine hem de Ashâbına (RA) karşı tekrar edip durmuştur.

Önümde ilim öğrenin, ey câhiller! Bana uyun, çünkü ben doğru yola götürürüm. Beni istediğini iddiâ ediyorsun ama neyin var neyin yoksa benden gizliyorsun; iddianda yalancısın! Mürîdin, şeyhinin karşısında gömleği, külâhı, altını ve malı mülkü olmaz. Onun sofrasından yer. Ne emrederse onu yer. O onda fânî olmuştur. Onun emrini ve nehyini gözetler. Çünkü mürîd bilir ki, şeyhi eliyle olan her şey Allah-ü Teâlâ’dandır (CC), onun lehinedir ve cesâretini artırmak içindir. Eğer şeyhini itham edersen, onun sohbetine gitme. Onun sohbetinin sana bir faydası dokunmaz. Hasta, doktora güvenmezse onun tedâvisinden şifâ bulamaz.

Ey oğul! Mâlâyânî ile meşgul olma; ilgilenmen gereken şeyi kaçırırsın. Başkalarının hallerini, ayıplarını konuşman mâlâyânîdir. Seni ilgilendirmesi gereken kendi hallerini düşünmektir. Nefis, hevâ ve heves sâhibinin bütün konuşması kendi aleyhinedir, lehine değildir. Tıpkı gece odun toplayan kimse gibi: Eline ne geçtiğini bilemez. Nefis mutmain olur, hevâ ve hevesin heyecânı düşerse, o zaman akıl yeşerir, îman kuvvetlenir, sükûn gelir. Hak ile bâtılı temyîz gücü gelir. O kimse bâtılı tutup atar, hakkı, gerçeği konuşur. Sonra hüküm gelir, o da onunla amel eder. O’na (CC) tam “kul” olur. Emrinde ve nehyinde Resûle (SAV) itâat eder. Çünkü O (SAV) Hakk’ın (CC): “O (Peygamber) (SAV) sizi neyden nehyederse ondan uzak durun[7] buyruğunu işitmiştir. Bil ki, Resûlullâh (SAV) emirden ve nehiyden ne getirdi ise bunlar umûma şâmildir. Resûlullâh’ın (SAV) tâatlerdeki emirlerine yapışıp, hatâlardaki nehiylerinden kaçınan kimse “müslim” ve “müttakî” olur. Böyle bir kişi daha da ileri giderse ârif-billâh, âlim-billâh olur. O sessiz, sâkin ve dikkat kesilmiştir, kalbine gelen hitâbı dinlemektedir. Onun yanında dâimâ bir konuşan vardır. O dâimî bir suskunluk ve ferah içerisindedir.

Allah’ım (CC)! Bize kurbiyetinin lezzetini tattır. Sana güzel duâlar etmeyi, seninle sevinmeyi nasip et. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

www.GAVSULAZAM.de


[1] bak.: Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I/108 (no: 340).

[2] Sâd Sûresi, S. 47.

[3] Zâriyât S. A.17-18.

[4] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, “Zühd” hadîs no: 194.

[5] Zebîdî, İthâfü’s-sâde, X/393, Lübnan-tsz.

[6] Buhârî, es-Sahîh, “Fazâilü’s-Sahâbe” hadîs no: 3584.

[7] Haşr S. A.7.

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri