ESER HAKKINDA

ESERDEKİ DUA

HÂTİME

 
 
 
 

Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet edilmiştir: “Hayâ (utanma) îmandandır.[1]

Ey Allah’ın (CC) kulları! Sizi Rabbinize (CC) karşı arsız davranmaya itemem, O’na (CC) karşı sizi cür’etlendiremem. Hayâ yaratılıştan gelir. Hakk’a (CC) karşı arsız davranmak ise boş bir hevestir. Hayânın hakîkati halvette ve celvette Rabb’den (CC) utanmaktır. Hayâ yaratılışın aslından değil, teferruatındandır. Mü’min Hâlık’tan (CC), münâfık ise halktan utanır.

Allah sizi ıslah etsin, ey münâfıklar! Bütün işiniz kendiniz ile halkın arasını düzeltmek ve Hakk (CC) ile aranızı tahrip etmekten ibâret. Eğer bana düşmanlık ederseniz, Allah’a (CC) ve Resûlüne (SAV) düşmanlık etmiş olursunuz. Zîrâ ben sâdece onların yardımı ile ayaktayım. Boşuna yorulmayın, “Muhakkakki, Allah (CC) emrini (yapacağını) yerine getirmekte gâliptir (üstünlük sâhibidir).[2]

Yûsuf (AS)’ın kardeşleri O’nu (AS) öldürmek istediler, ama buna güçleri yetmedi. Onların güçleri buna nasıl yetsin ki, O (AS) Allah (CC) katında bir meliktir, pâdişahtır!. Nebîlerinden bir nebîdir. “Asfiyâ”sından (temizleyip kendisine seçtiği kullarından) bir sıddıktır. Allah-ü Teâlâ (CC), O’nun (AS) hakkında “O’nun (AS) eliyle halkın sulh ve selâmetini icrâ edeceği” hükmünü vermiştir. Yahudîler hep böyledir; Meryem oğlu Îsâ’yı (AS) bile öldürmek istediler. O’na (AS) verilen mûcizeleri görünce ona haset ettiler. Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ (CC) O’na (AS) memleketinden ayrılarak Mısır’a gitmesini vahyetti. 13 yaşında iken memleketini terketti. Bir müddet böylece memleketinden uzak kaldı. Sonra Mısır’da ismi yayıldı, meşhur oldu. Bunun üzerine Yahudiler yine O’nu (AS) öldürmek için toplandılar, ama yine başaramadılar. Çünkü Allah-ü Teâlâ (CC) emrini, dilediğini yerine getirmekte üstünlük sâhibidir.

Ey bu zamânın münâfıkları! İşte durum böyle… Beni öldürmek istiyorsunuz. Bunda size imkan yok. Kollarınız kısa, bunu başaramazsınız. İtâat etmeye, günahları ve yanlışları terketmeye çalışsanıza. Halbuki bunlara çalışmak insanın tabîatinde vardır. Rabbinizin (CC) kelâmını anlamaya çalışın. Onunla amel edin ve amellerinizde ihlaslı olun. Rabbimiz (CC) işitilen ve anlaşılan bir kelam ile konuşandır. Mûsâ (AS) olsun, Hz. Peygamber (SAV) olsun O’nun (CC) kelâmını dünyâda iken işitmişlerdir. Âhirette ise O’nun (CC) kelâmını mü’min kulları işitecektir. Rabbimiz (CC) görülür. Bugün güneşi ve ayı nasıl görüyorsak, hiç şüphe yok ki, yarın kıyâmet gününde de Rabbimizi (CC) öyle göreceğiz.

Allah-ü Teâlâ’nın (CC) öyle kulları vardır ki, O’na (CC) bir kere nazar etmek mukâbilinde cenneti verirler. Fakat onların niyetlerindeki bu sadâkat ortaya çıkınca, bir kere nazar için cennetten vaçgeçtikleri halde nazar onlar için sürekli kılınır. Onlar dâimî bir yakınlığa kavuşurlar. Cennet lezzetlerine karşılık onlara Rablerinin (CC) yakınlığı bahşedilir.

Ey Allah-ü Teâlâ’yı (CC), Resûlünü (SAV) ve O’nun (CC) adamlarını (ricâlullâh) tanımayanlar! Sizlere yazıklar olsun! Kalp adımlarınızla Allah-ü Teâlâ (CC) fazlından ikram ettiği yemeğe yürüyün. Onu sizin önünüze nasıl bıraktığımı görmüyor musunuz? Beni yalanlayanın ben de elbisesini, evini ve etrâfındaki meleklerini yalanlarım, tanımam. Ey münâfık! Ey deccâl! Senin beni yalanlaman beni hiç ilgilendirmez.

Ey oğul! Sen bir nefis, bir hevâ ve boş bir hevessin. Kadınlarla, yabancılarla ve çocuklarla oturup kalkıyorsun, sonra da diyorsun ki: “Ben onlarla ilgilenmiyorum.” Yalancı! Ne şerîat, ne de akıl bunu sana uygun görür. Ateş üstüne ateş, odun üstüne odun atıyorsun. Hoş, din ve îman evini yakıyorsun ya! Halkın şerîati inkârı böyle olur; bundan hiç kimse müstesnâ değildir.

Îman, mârifetullah ve kurbiyet kuvveti tahsil etmeye çalış. Sonra Hakk’a (CC) niyâbeten halkın tabîbi ol. Yazık! Yılanları elinde nasıl tutarsın! Sen ne bir yılan oynatıcısın, ne de panzehir içtin! Sen körsün; insanların gözünü nasıl iyileştirebilirsin! Câhil! Sen dîni nasıl ikâme edebilir, ayağa kaldırabilirsin! Kapı muhâfızı olmayan kimse insanları pâdişâhın huzûruna nasıl götürebilir! Kıyâmet günü olup acâiplikleri görünceye kadar sus, konuşma!

Amellerinizde ihlaslı olun, yoksa boşa yorulmayın. Eğer alâka duyduğun şeyler senden kesilir ve yüzüne kapılar kapatılırsa sana Hakk’ın (CC) tarafı, O’nun (CC) kurbiyet kapısı açılır. O’na (CC) giden yol sana gösterilir. Her şeyin en kıymetlisi, en hoşu, en güzeli sana gelir.

Bu dünyâ geçicidir, gidicidir, pisliktir. Âfetler, belâlar ve sıkıntılar mekânıdır. Orada yaşamak hiç kimseye hoş gelmez, hele de “hikmet ehli” birisi ise. Ölümü düşünen hikmet ehli birinin gözleri dünyâda karar kılmaz, onunla mutlu olamaz. Hemen karşısında ağzını açmış bir yırtıcı ve vahşî hayvan duran kimse nasıl sâkin olabilir ve gözleri nasıl uyuyabilir? Ey gâfiller! kabir ağzını açmış bekliyor. Ölüm yırtıcı hayvanı ve yılanı ağızını açmış! Kader sultânı celladının kılıç elinde, emir bekliyor. Böyle olmasına rağmen ancak milyonda bir kişi uyanık oluyor! Uyanık, her şeye karşı zâhid olan, Rabbinden (CC) başka hiçbir şeye değer vermeyendir. O şöyle duâ eder: “İlâhî (CC)! Ne istediğimi sen biliyorsun. Halk sofraları tercih etti. Ben ise senin kurbiyet sofrandan bir lokma istiyorum. Ben sana âit olandan istiyorum.” Ey sebebi, vâsıtayı şirk koşan! Eğer tevekkül yemeğinden tatsa idin, sebebi şirk koşmaz ve O’nun (CC) kapısında sapasağlam bir tevekkül sâhibi olarak otururdun.

İki türlü yeme şekli biliyorum. Şerîate uygun bir kazanç yoluyla veyâ tevekkül yoluyla. Allah’tan (CC) utanmıyor musun ki, kazanmayı terkediyor ve insanlardan dileniyorsun? Kazanç başlangıçtır, tevekkül ise nihâyettir. Ben sana gerçeği söylüyorum; senden de utanmıyorum. Dinle, kabul et, tartışma! Benimle tartışan Cenâb-ı Hakk (CC) ile tartışmış olur.

Namazları muhâfaza edin. Onlar sizinle Rabbiniz (CC) arasındaki sıladır, bağdır. Hz. Peygamber’den (SAV) şöyle rivâyet olunmuştur: “Bir kul namaza durduğu ve kalbiyle Rabbinin (CC) huzûrunda bulunduğu zaman onun etrâfına nurdan otağlar kurulur; etrâfında melekler döner; gökten onun üzerine iyilikler iner; Cenâb-ı Hakk (CC) onunla övünür.” Namaz kılıp da kalbini Hakk’a (CC) veren kimse, tıpkı kuşun kafesten uçtuğu, bebeğin anne kucağından kurtulduğu gibi, ülfet ettiği şeylerden, oturup kalktığı kimselerden, evinden barkından, sıyrılıp alınır; onlar onun gönlünden kaybolur; velev ki, ilmi yutmuş, parçalamış olsa dahi.

Hz. Peygamber’in (SAV) Sahâbesinin tâbiîlerinin ileri gelenlerinden Urve b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm b. Uhti Âişe (RA) hakkında şöyle bir kıssa anlatılır: Ayağında bir çıban çıkar. Ona: “Bu çıbanı kesmelisin, yoksa bütün bedeninin yok olmasına sebep olacak” denir. O, tedâvi esnâsında doktora şöyle der: “Namaza başladığımda o çıbanı kes.” O secdede iken doktor çıbanı keser, yarayı sarar, fakat o hiç acı hissetmez.

Sizler öncekilere göre boş birer hevessiniz. Siz sâdece konuşursunuz, amel yok! Mânâsız sûretler gibisiniz. Bekliyorsunuz ama size haber getiren kimse yok. Dikkat et! İnsanların lakırdıları seni aldatmasın. Nasıl olduğunu sen daha iyi bilirsin. Allah-ü Teâlâ (CC) şöyle buyurmuştur: “Bilakis insan kendisi üzerine “basîrettir” (şâhittir).[3]

Avâmın elindekini güzel görme, havâssın elindekini de çirkin görme. Bir şeyh müridlerine şöyle dermiş: “Zulme uğradığınızda zulüm yapmayın. Övüldüğünüzde şımarmayın. Zemmedildiğinizde hüzünlenmeyin. Yalanlandığınızda gazaplanmayın. İhânete uğradığınızda ihânet etmeyin.” Ne güzel bir söz! Müridlerine nefsi ve hevâyı boğazlamayı emretmiş. Bu söz Hz. Peygamber’in (SAV) şu hadîsinden alınmadır: “Cebrâîl (AS) bana geldi ve dedi ki: ‘Cenâb-ı Hakk (CC) Sana şöyle buyuruyor: Sana zulmedeni sen affet. Sana gelmeyene sen git. Sana vermeyene sen ver. Allah’ın (CC) nîmetlerini, sanatını ve halkı üzerindeki tasarrufunu düşün![4]

Dünyâya değer vermez, ona karşı zâhid olursan ve bu zühdünde belli bir seviyeye gelirsen, dünyâ rüyâda sana kadın sûretinde görünür, sana boyun eğer gösterir ve: “Ben senin hizmetçinim. Yanımda emânetlerin var, onları al” diyerek, az çok ne varsa sana kendisindeki nasîbini verir. Mârifetin kuvvetlendiği zaman ise bu durum sana yakaza hâlinde vâki olur. Peygamberlerin (RA) ilk hâlleri ilham, ikinci hâlleri ise rüyâdır. Onların bu durumları kuvvetlenince Cebrâîl (AS) açık bir sûrette gelerek onlara: “Cenâb-ı Hakk (CC) size şunu şunu şunu buyuruyor” diye vahiy getirmiştir.

Akıllı ol! Baş olma sevdâsını at, yaklaş ve cemâatten biri gibi şuraya otur; tâ ki, sözlerim kalp toprağına ekin eksin. Eğer aklın olsaydı sohbetime gelir ve benden her gün bir lokmaya bile râzı olurdun. Sözlerimin sertliğine tahammül ederdin. Îmânı olan herkes sapasağlam durur ve meyve alır. Îmânı olmayan ise benden kaçar. Yazık! Ey başkasının gizli hâllerine muttalî olduğunu iddiâ eden: Biz seni nasıl tasdik edelim ki, sen kendi hâline bile muttalî değilsin? Her tarafın yalan. Yalanından tevbe et.

Allah’ım (CC)! Bizi bütün hâlimizde sadâkat ile rızıklandır. “Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

www.GAVSULAZAM.de


[1] Buhârî, es-Sahîh, “Hayâ” hadîs no: 69.

[2] Yûsuf S. A.21.

[3] Kıyâmet S. A.14.

[4] Bk.: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, “Müsnedü’ş-şâmiyyîn”, hadîs no: 17457, (Mısır-tsz.); Deylemî, el-Firdevs, V/318, (Beyrut-1986).

Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Cilâü’l-hâtır fi’l-bâtın ve’z-zâhir

 
 
 
İndex|Tasavvuf|Derviş|Mürşid-i Kamil|Mekârim-i Ahlâk|Bir Damla Gözyaşı
WwW.Gavsulazam.de   2003-2006    Her Hakkı Mahfuzdur | Mesaj gönder | Misafir Defteri