KONULAR
 

 

 

 

Tasavvuf - Tarikat Nedir?

Tasavvufun Temeli

Tasavvufun Esası

Tasavvufta Gaye

Tasavvufun İnsana Tesiri

Tasavvufu İnkarın Hükmü

Tasavvuf İle İlgili Fetvalar

Ayetlerde Tasavvuf

Hadis-i Kudsilerde Tasavvuf

Hadis-i Şeriflerde Tasavvuf

Tasavvufun On Esası

Tarikatların Doğuşu

Tarikatlar İki Kısımdır

Tarikata Niçin Girilir?

Tarikata Girmek İsteyenlere...

Tarikat-Şeriat Münasebeti

"HU" Ve Açıklaması

Seyr-i Sülûk Nedir?

Rabita Nedir?

Tarikatta Rabita

Rabıta Çeşitleri

Rabıtaya Karşı Çıkmanın Hükmü

Semanın Hakikatı

Nefsin Yaratılışı

Nefis Mertebeleri

 

 

 

 

 

 


Derviş bunda nedir senin günahın

Nefse bakıp görmeyesin Allah’ın

 

Nefy-i vücûd et, ko, sen ve benliği

İsbat-ı Hakk kıl ki, O’dur penanın

 

Irzını namusunu çal yerlere

Göğe savur izz ü vekar ü cahın

 

Sen seni ayinede görsen eğer

Sanma seni belki görürsün Şah’ın

 

Hakka sal ey Hakk’ı vücûdun yürü

Nice bir eflake çıkar şu ahın.

 

 

 

 TASAVVUFUN ON ESASI

 

1- TEVBE

 

Tevbe, kulun kendi iradesiyle Allah’a (CC) dönmesidir. Tıpkı “Sen Rabbinden (CC), Rabbin (CC) de senden razı olduğu halde O’na (CC) dön”[1], emrinde ölünün kendi iradesi olmadan Allah’a (CC) dönmesi gibi.

Yani asıl tevbe iradi ve istekli olarak Allah’a (CC) yönelmektir. Ölüm, iradesiz ve zorla olan bir dönüştür. Nitekim bu, yukarıdaki ayetten açıkça anlaşılmaktadır. Yani “Rabbine (CC) dön!” emri ölümdür ki, bu da nefsin en çok korktuğu şeydir. Hatta Hz. Musa’nın (AS) ölüm meleğinin taşla gözünü çıkardığı anlatılır. Hz. İbrahim’in (AS) ise “Ya Rabb (CC)! Hiçbir dost başka bir dostun canını alır mı?” dediği ve Hz. Peygamberin (SAV) ölümüne yakın zamanda kendi kendine: “Ey nefis sana ne oluyor da öyle sığınaklarla kaçıyorsun?”, dediği rivayet edilir. Yani “Ey nefis, ölüm tamamen yaklaşmışken sana ne oluyor da bazı yerlere sığınıp kendine çare arıyorsun.” Aslında bunlar ümmetini uyarmak ve ölüme karşı hazırlıklı olmasını tembih içindir. Yoksa ölümden korktuğu için değildir. Nitekim bir hadislerinde: “Ölüm mü’mine bir hediyedir”,  buyurmuşlardır.

Kur’an’ın ifadesinde “…râdiyeten merdiyyeh” kelimeleri tasavvuftaki nefs-i radiye ve nefs-i mardiyyeye işaret buyurulmaktadır. Burada nefs eğer mutmainne makamında ise ölümde kerahet görmeyecek. Kerahet (kötü görmek) insan tabiatında olduğundan dolayı rıza ve teslimiyeti yok etmez. Bununla birlikte tevbenin istek ve iradeyle olması gerekmektedir. Çünkü zorla yapılan tevbe, tevbe-i ye’se benzer ki, bu da makbul değildir. Salik’in Hakk’a (CC) rücû’ etmek (dönmek) istemesi gerekir. Yoksa zorla tutulan orucun ve kılınan namazın faydası olmaz. Bunun içindir ki, Peygamberler (AS) hiçbir zaman zora başvurmadan genellikle bazı mucizelerle ümmetlerini ikna etmişlerdir.

Tevbe, günahtan dönüştür. Dünya metaından Allah’ın (CC) kullarına verdiği nimetlere yönelmektir.

Yani yukarıdaki rücû’ (dönüş) kavramı mutlak anlamda kullanılmıştır. Ondan maksat günahtan dönüştür. Günah ise kulu Allah’tan (CC) uzaklaştırır ve araya perdeler koyar. Ahiretteki derece ve mertebelerden sadece biridir. Gerçi cennetteki dereceler kulun amel ve takvasına göre taksim edilecektir. Fakat kul sadece amel-i salih işleyip ona güvenmeyip Allah’ın (CC) rahmetine güvenmelidir. Dünyadaki mertebeler de bu şekildedir. Eğer insan sahip olduğu mertebeye aşırı bağlı değilse bu onun için bir engel ve perde teşkil etmez. Öyle olmasaydı makam sahibi olan raşid halifeler en çok Allah’tan (CC) uzak kalanlardan olurlardı.

Hatta dünyevi makama sahip iken bile manevi mertebelerini kaybetmeyen melikler vardır. Mesela Nureddin Mahmud Zengi ve oğlu Melik Salih birer tasavvuf büyüğü idiler.

Kısacası tasavvufta günah, şer’i kaidelerle yasaklanan şeyler değildir. Günah: Kalbin ve nefsin meylettiği her şeydir. Nitekim yüce Kur’an’da “...Rabbim (CC)! Beni ve neslimi puta tapmaktan koru!”[2] geçmektedir. İmam-ı Gazali (RA) burada geçen ‘esnâm’ yani putlar kelimesini dünyalık ve para olarak tefsir etmiştir. Açıkça anlaşılmaktadır ki, insanın çok aşırı derecede bağlandığı her şey put haline konulmuştur. Günah, insanın eşyaya bağlanmasıdır, eşyanın kendisi değildir. Bu konuda “eğer ‘masiva’ olmasaydı kimsenin olgunlaşması gözlenemezdi.” buyurulmuştur. Çünkü olmayan şeyden kaçımak, o ihtiyaçtan feragat etmek diye bir şey olamaz. Aksine bir şeyin ihtiyacına karşı koymak için önce o şeyin olması gerekir.

Allah’a (CC) ulaşmak isteyen kişi (salik, mürid, muvahhid) O’ndan (CC) başka bütün isteklerinden vazgeçmelidir. Hatta kendi vücudundan (var olmasından) bile. Bununla ilgili bir söz vardır: “Senin var olman (varlığını sezmen ve kabul etmen) günah olarak yeterlidir. Ona başka bir günah eklemen ve kıyas etmen gereksizdir.”

Hakk’a (CC) talip olanın üzerine gerekli olan şey kendi varlığı dahil hiçbir şeye meyletmemesidir. Nitekim tasavvuf büyükleri demişlerdir ki: Senin varlığın (vücudun) öyle bir günahtır ki, onun üzerine hiçbir günah kıyas edilemez.

İnsanın kendi varlığından bile istiğna etmesi “tamahhuz” olarak adlandırılır. Bu fena halidir bu halin farklı tarafları ortaya çıkar. Çünkü fena halinde insan bazen şuur ve iltifatla karşılaşabilir. Buna fena-i nakıs derler. Fena ender fena ise masivanın tamamen yok olmasıdır. Bu durumda müridin kendi sıfatları da fena bulur. Nitekim şöyle bir söz vardır: “Gerçek ihlas, kişinin ameldeki ihlasını bile görmemesidir.” Bu, fena fillah ve yüksek bir cezbe halidir. İşte fena-i kamil ve ihlas-ı tam durumu budur.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Fecr S. A.28

[2] İbrahim S. A.35

 
   

 

©2003 - 2004  Gavsulazam.de       Her hakkı mahfuzdur...