Hasan-i Basri (RA) Hz.leri'nin Bazı Menkibeleri      HASAN-I BASRİ (RA)  

Büyük bir mecliste meşayıhtan birisi: “Hasan (RA) acaba niçin büyüğümüz oldu?” diye sormuş. Buna cevaben büyüklerden bir zat: “İlim için büyük yaratıklar O’na (RA) muhtaçtır. O  (RA) ise halka ufacık bir ihtiyaç duymaz. Bizden üstünlüğü bundandır.” demiştir.[1]

..........................................

 

Cenab-ı Şeyh Hasan-i Basri (RA) Hz.leri’ne bir takım insanlar gelerek: “Uyuyan gönlümüzü uyandır.” de­diler. Şeyh (RA) Hz.leri onlara hitaben: “Gönlü uyandırmak kolay bir iştir, lâkin sizin gönlü­nüz ölmüştür. Zira hiç hareket etmezler.” dedi. Onlar da: “Öyleyse bizi biraz korkut.” de­diler. O (RA) da: “Eğer bugün korkarsanız, yarın kıyamette emin olursunuz. Burada korkmayan kimsenin haline vah yazık.” dedi.[2]

..........................................

 

Firûz, Meysan muharebesinde İslâm ordularına direnme hatasına düşen bir Basralıdır ve esir alınır. Diğerleriyle birlikte Medine’ye getirilir ve köle olarak Zeyd bin Sabit’e (RA) verilir. Ancak ne zincir ne kırbaç bilir, ne de incitilir. Evin bir ferdi gibi yaşar, işine bakar. Hatta Peygamber (SAV) Efendimizin hanımlarından Ümmü Seleme’nin (RA) cariyesi Hayre ile evlenmeye kalkar. Kimse ona “Hadi ordan sen kölenin birisin” demez. Ev kurmasına yardım ederler. Ümmü Seleme (RA) Hayre ile evladı gibi ilgilenir, çeyizini yapar, evini döşer. Hatta “Bizim evin işinden ne olsun” der, “siz kendinize bakın.” Hayre buna rağmen kutlu kapıdan ayrılmaz. Evin kızı gibi gelir gider, sıkıldıkça içini döker. Çok geçmeden nurtopu gibi bir oğulları olur. İki köle (belki de sevinçlerini paylaşmak için) üç kıtaya yayılan devletin halifesi Hazret-i Ömer’e (RA) çıkarlar. Mübarek onları kapıda karşılar. Yer gösterir, süt, hurma ikram eder. Şirin bebeği kucağına alır ve sever. İri gözlerine ve minik burnuna bakıp “Ya Rabbim! Ne güzel şeyler yaratıyorsun” der. Firûz bir isim istediğinde düşünmeden “Hasan olsun” buyurur, “Hasana (güzele) Hasan yakışır!”

..........................................

 

Günün birinde Basra şehrine tam bir yıl yağmur yağmadı. Her taraf kuraklık içinde kaldı. Kıtlık baş gösterdi. Yağmur duasına çıktılar. Şeyh Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri minbere çıktı, vaaz ve dua etti. “İsterseniz yağmur yağsın, ama Hasan'ı (RA) Basra'dan kovun.” dedi, Camide cemaat arasında bir feryadı figan koptu, herkes ağlaştı. “Ey insanlar! İçinizden Hasan'ı (RA)  kovun da, Basra'ya yağmur yağsın. O günahkâr aranızdayken yağmur yağmaz, isterseniz yağmur yağsın.” Caminin içi birden okyanuslar gibi dalgalandı. Cemaat hıçkıra hıçkıra ağladı ve arkadan gök pınarı cömert cömert aktı.

..........................................

 

Bir başka gün de güzel kıyafetler içinde genç bir adam Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin önünden geçiyordu. Gururlu bir edası vardı. Yüce Şeyh onu çağırdı. “Ey Adem oğlu! Sanki mezarı geride bırakmış, amelinin mükâfatını almış gibi gençliğine mağrur oluyorsun. Kabir henüz önündedir. Ecel peşindedir, tehlikeli geçitlerin hiç birini geçmemişsin, kalbine dön, düzelt. Rabbinin senden istediği beden ve elbisenin güzelliği değil, kalbinin İslah edilmesi ve hikmeti ile dolmasıdır.” buyurdu.

..........................................

 

Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri sıcak bir günde susamıştı. O din şeyhine bir bardak soğuk su getirdiler. “Ey gönüllerin ışığı! Buyur iç!” dediler. Hz. Şeyh bardağa elini uzattı, suyun soğukluğunu hissedince bir feryad kopardı ve bardağı yere atıp yere yığıldı. Ayılınca göz yaşlarını tutamıyordu. “Ya İmam! Ne oldu?” diye sordular. Dedi ki: “Suyun soğukluğunu hissettiğim vakit Cehennem ehlinin Cennet ehline nida ederek bu hususta Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin şu ayetini hatırladım: ‘Suyunuzdan biraz da bize akıtın.’[3] Aklım başımdan gitti.” İşte o büyük insan kıyametin dehşetinden böyle titriyordu. Sen ey Müslümanım diyen insan. O dehşetli günü hatırlayıp hazırlanabiliyor musun? Hazırlanabiliyorsan sana ne mutlu, bak ömür sermayen bitiyor ona göre hareket et.

..........................................

 

Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri bir gün cenaze ile kabristana kadar gitti. Cenaze kabre konduktan sonra kabrin başında o kadar ağladı ki, toprak ıslandı. Şöyle dedi: “Ey Allah'ın kulları! Uyanık olunuz. Kabir ahiret menzilinin evveli, dünya menzilinin de ahiridir. Madem ki hepimiz sonunda bu yere gireceğiz, dünyada nasıl şadolup gezeriz?” buyurdu.[4]

..........................................

 

Bir geceydi, yine zari zari ağlıyor ah ediyor, gözyaşı döküyordu. Tesadüfen evinin damı altından bir adam geçiyordu. Ay yüzlü Şeyh dam üstüne seccadeyi sermiş tefekkür ediyordu. Gözünden dökülen yaşlardan birkaç damla yoldan geçen adamın üstüne de düştü. Adam başını kaldırıp seslendi. “Ey Cihanın ışığı, bana isabet eden bu su temiz midir?” Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri alevler misali çırpınarak dedi ki: “Aman ey adem! Hemen elbiseni temizle. Zira bu dökülen bir günahkârın gözünün yaşıdır.” buyurdu ve yine buyurdu ki: “Acele edin! Zira nefesleriniz bir defa kesildi mi, bir daha sizi Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaştıracak amelleri işleyemezsiniz. Allah (CC) Hz.leri o kimseye rahmet etsin ki, günahlarını hatırlayıp saydıktan sonra kendisi için ağlamıştır. Zira yüce Allah (CC) Hz.leri buyurur ki: ‘Biz onların günlerini saydıkça sayıyoruz.’[5]

Azrail (AS) bir evi hergün üç defa yoklar, ömrünü tamamlayanın canını alır, evdekiler feryad eder, Azrail (AS) kapıya kollarını gerer: ‘Ne ağlıyorsunuz? Bu adamın rızkı tükendi, canını aldım, boşuna ağlamayın. Devamlı olarak buraya gelip hiç birinizi bırakmayacağım.’ Ev halkı Azrail'i (AS) görse, dediklerini duysa ölüyü unutur, kendilerine ağlarlardı.” buyurdu.

..........................................

 

Bir mecliste delikanlı vardı, çok gülüyordu. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri oradan geçiyordu. Delikanlıya sordu: “Ey genç adam sıratı geçtin mi?” Çocuk çarpılmış gibi oldu. “Hayır.” dedi. Hz. Şeyh yine sordu: “Gideceğin yerin cennet cehennem olduğunu biliyor musun?” “Hayır.” Bu sefer: “O halde bu kahkaha nedir a yavrum?” diye sorunca delikanlının gözleri birden yaşlarla doldu. Bundan sonra bir daha güldüğü görülmedi.[6]

..........................................

 

Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’ni sevenlerden bir zat anlatıyor: “Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin de bulunduğu bir kafile ile hacca gidiyorduk. Çölde susamıştık, bir müddet sonra bir kuyunun yanına ulaştık. Yanımızda kova ve ip yoktu. Hazret-i İmam (RA) Hz.leri: ‘Ben namaza durunca siz suyunuzu içiniz.’ dedi ve namaz kılmaya başladı. Su kuyunun ağzına kadar yükseldi. Kana kana içip susuzluğumuzu giderdik. Arkadaşlarımızdan biri kabına su doldurunca kuyunun suyu çekildi. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri: ‘Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne sağlam bir tevekkülle bağlanmadığınızdan su kuyunun dibine çekildi. Bu çeşit sulardan azık alınmaz.’ dedi. Sonra buyurdu ki: ‘Dünyaya düşkün olan, muradına kavuşamaz. Bir gün olsun rahat nefes alamaz. Her gün, ayrı bir düşünce keder getirir. Ömür biter de ecel bir gün onu yakalayıverir. Sonunda, azıksız ahiret yolculuğuna çıkmak zorunda kalır.”

..........................................

 

Bir zaman Hasan-ı Basri, topluluklarda görünmez olmuş, camide oturmaktan vazgeçmişti. “Ashabını bıraktın, burada yalnız başına oturuyorsun” diyenlere şöyle cevap verdi: “Muhammed’in (SAV) in ashabından bir takım insanlara rastladım, bana dedilr ki: “Kıyamet gününde insanların iyisi, nefsini en çok muhasebe edendir. Kıyamet gününde en çok sevinecek olan da dünyada en çok üzüntülü olandır. Kıyamet gününde en çok gülen de dünyada en çok ağlayandır.”

..........................................

 

Ömer İbn Abdulaziz, kendisine hüküm ve kaza işlerinde yardım edecek kimseleri tavsiye etmesini istemiş , Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri kendisine: “Din ehli seni istemez, dünya ehlini de sen istemezsin.” demiştir.

..........................................

 

Basra’lı Şem’ûn kendi halinde bir mecusidir. Müslümanlarla içli dışlıdır ve bir sürü güzel haslet edinir. Kimseyle uğraşmaz, yalan söylemez, sözünde durur ve cömerttir. Sonra o gülyüzlü komşusunu (Hasan-ı Basri Hazretlerini) çok beğenir, uzaktan bile görse ayağa kalkar, hürmetle yol verir. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri, Şem’ûn’un Müslüman olmasını çok ister. Hatta bazı geceler sabahlara kadar yalvarır onun ve onun gibiler için hidayet diler. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz (CC) Hz.leri bu duaları kâbul eder ve mübareğin tebliğ için beklediği fırsatı önüne çıkarır. Nasıl mı? Anlatalım.

Şem’ûn amansız bir hastalığa yakalanır. Birkaç gün içinde mum gibi erir ki artık öleceğinin farkındadır. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leribiraz süt, biraz hurma alır, komşusunun kapısını tıklatır. Şem’ûn onu görünce çok duygulanır. Ağlamakla gülmek arasında gidip gelen bir sesle “Ey asil komşum!” der, “Niye zahmet ettin ki?”. Hazret: “Ne zahmeti, vazifemiz değil mi?” buyurur. Şem’un: “Biliyor musun ben gidiciyim.” der. Hazret yanıt verir: “Hepimiz gidiciyiz.” Şem’un:

-“Korkarım ahirette de görüşemeyeceğiz. Zira inandıklarım doğruysa aynı yerde olmayacağız.”

Mübarek acı acı gülümser. “Peki” der, “ya benim inandıklarım doğruysa?” Sonra aralarında şu konuşma geçer:

-“Yine aynı yerde olmayacağız, zira beni taptığımla yakacaklar.”

-“Bak Şem’ûn ateş yaratıcı değil mahlûktur. Alemlerin Rabbi (CC) dilemezse kimseye bir şey yapamaz.

-“Müslümanlar buna benzer şeyleri çok söylerler ama ateşin yakmadığı nerede görülmüş?”
-“Ateşin yakmadığını görsen bana inanır mısın?”

-“İnanırım.”
Biliyor musunuz veliler hallerini bir sır gibi saklar, tanınmaktan, bilinmekten sıkılırlar. Ancak böylesi hayati kavşaklarda keramet göstermek zorunda kalırlar. Nitekim Hasan-ı Basri (RA) Hazretleri de mangaldaki ateşi avuçlar, kızgın korla kollarını sıvazlar. Şem’ûn hayretler içindedir. Büyük veli, bunlar sıradan şeylermiş gibi gülümser, “İstersen yanan fırına girelim” der, “var mısın?”

-“Yoo, hayır. Bu kadarı yeter.”

-“Görüyorsun işte. Senin, benim, dağların, göklerin, denizlerin yaratıcısı onu zararsız kıldı.”
-“Sanırım, Allah’ın (CC) büyüklüğünü kabullenmek zorundayım.”

-“Al, istersen dokunabilirsin. Eğer ateş bir şeye kaadirse yaksın da görelim.”

-“Diyecek bir şey bulamıyorum.

-“Ama benim diyecek çok şeyim var. Yapma Şem’ûn, kendine kıyma. Gel iman et ve kurtul. Altından nehirler akan köşkler, nefis şerbetler, bahçeler, huriler seni bekliyor. Bir kere kelimeyi şahadet söyle, ebedi saadete kavuş.”

-“Bu kadar kolay mı yani?”

-“Evet bu kadar kolay.”

-“Ama benim ömrüm günah içinde geçti.”

-“Benim ki de öyle ama Allah-ü teâlâ affedicidir.”

-“Ne desem bilmem ki, bunca yıldır mecusi olarak yaşadıktan sonra...”

-“Sakın “millet ne der?” diye düşünme, sadece kalbinin sesini dinle.”

-“Kalbim seninle beraber, yalnız endişelerim var.”

-“Nasıl yani?”

-“Sahi, Rabbim beni kâbul eder mi?”

-“Eder.”
-“Bana kulum der mi?”

-“Der.”
-“Emin misin?”

-“Adım gibi.”

-“Peki kefil olur musun?”

-“Olurum.”
-“Ahitname de yazar mısın?”

-“Yazarım.”
-“Mührünü de basar mısın?”

-“Basarım.”
-“İyi öyleyse, sen şimdi bana yapmam gerekenleri söyle.”

Şem’ûn oğullarını, yakınlarını çağırır. Kalabalığın huzurunda iman eder. Olacak bu ya hemen o gün ecel şerbetini içer. Onu söz konusu kâğıtla birlikte toprağa verirler.
Hasan-ı Basri (RA) Hazretleri hem şaşkın, hem sevinçlidir. Omuzlarından irice bir yük gitmiştir. Definden sonra evine gelir. Bir başına kalınca hadisenin muhasebesini yapar ve birden dehşete düşer. Büyük bir pişmanlıkla “Yaptığını beğendin mi” der, “Sen kim oluyorsun da ahidname veriyorsun? Kendini kurtaracağın şüpheli, kalkıp başkalarına kefil oluyorsun. Eyvah ki ne eyvah! Aman Allah’ım (CC)! Ben ne yaptım!”

O gece binlerce, onbinlerce kez tövbe eder, “Ya Rabbi (CC)! Ben acizin, zavallının biriyim” der, “n’olur bu cüretimi affeyle!” Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri o kadar ağlar ve o kadar yalvarır ki bitap düşer. Birara içi geçer, rüyasında Şem’ûn belirir, çok neşelidir. Öylesine nurludur ki dolunayı imrendirir. Başında cennet cevahirleriyle süslenmiş bir taç vardır. Hasan-ı Basri (RA) Hazretlerine döner “Meğer Allah-ü Teâlâ (CC) ne büyükmüş” der, “merhametinin zerresi benim gibi nice asiye yetti.”

-“Peki ya ahitname?”

-“Ona bakmadı bile, istersen geri verebilirim.”

-“Yalvarırım ver, n’olur ver.”

-“Al!”
Hasan-ı Basri (RA) Hazretleri heyecanla uyanır. Ne görse beğenirsiniz. Kâğıt elindedir.

..........................................

 

O yıllarda hayat herkes için zordur. Ama sıfırdan başlayanlar için (Firûz ve Hayre için) daha zordur. Üç beş dirhem yevmiye için karı koca bahçelere koşar, akşamlara kadar hurma toplarlar. Hasad zamanları oğullarını Ümmü Seleme’ye (RA) bırakırlar. Ümmü Seleme Validemiz, Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’ne bağrına basar. Her istediğini verir, her dediğini yapar. Bu sevimli yavrunun ağlamasına dayanamaz. Hatta “N’olurdu” der, “onu bir emzirebilseydim” Öyle hulusi kalp ile dua eder ki, yaşlı olmasına rağmen göğüsleri süt dolar. Güzel çocuğu doyurur, ayağında sallayıp uyutur. Kalbinin yumuşadığı anlarda elini açar ve “Ya Rabbi (CC)” der, “Sen bu çocuğu âleme imam kıl. Ona uyanlar selâmet bulsun, azabdan kurtulsun.”

O yıl da ramazan bereketi ile gelir. Zeyd bin Sabit (RA), Firûz’u, Ümmü Seleme’de Hayre’yi azad eder. Bu şefkat iklimi garip kölelerin kalbini yumuşatır ve kendi istekleriyle Müslüman olurlar. Ümmü Seleme’nin (RA) terbiyesinden geçen Hasan-ı Basri (RA) farklı bir çocuk olur. Edipleri imrendirecek fasihlikte bir arapça konuşur ve akranlarının çelik çomak oynadıkları günlerde Kur’an-ı kerimi ezberler. En hoşlandığı şey cuma günleri Mescid-i Nebi’ye gidip Hazret-i Osman’ı (RA) dinlemektir. Zira bu gülyüzlü Halifeyi çok sever, hep onunla birlikte olmak ister.

..........................................

 

Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri babasının memleketine yerleşir. Burada Abdullah bin Abbas (RA), Enes bin Malik (RA), Abdurrahman bin Semûre (RA) gibi sahabilerin eteğine yapışır ve onlardan hisse kapar. Bir ara Sicistan seferine katılır, bir ara Horasan’a uzanır. Ondan sonra Basra’ya dönüp inci ticaretine başlar. Küçük kârlara razı olmasına rağmen büyük paralar kazanır ve hatırı sayılır bir servet sahibi olur. Ticaret bahanesiyle çok yer gezer. Bir seferinde yolu Kayseri’ye düşer. Burada acayip bir merasime şahit olur. Meydana altın direkli bir çadır kurar, kıymetli halılar, atlas yastıklar ve gümüş şamdanlar arasına bir tabut oturturlar. Askerler, çiftçiler, tüccarlar, hekimler, müneccimler çadırın etrafında dolanır, saçlarını başlarını yolarlar. Birara vezir, Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin kulağına eğilir ve olup biteni izah eder. “Kayser’imizin genç bir oğlu vardı” der, “hem boylu poslu, hem de çok yakışıklıydı. Bir sürü lisan bilirdi ve bir çok fenlerde mahirdi. Hepimizden iyi ata binerdi. Attığını vurur, vurduğunu devirirdi. Ancak bir gün hastalanıverdi. Nice bilge hekimlerin yaptığı ilaçlar fayda vermedi. Görüyorsun işte, ölüme çare mi var?”

Bu hadise Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’ne çok tesir eder. Ani bir kararla Basra’ya döner ve elindekini avucundakini fukaraya dağıtır. Zahiri ilimlerde zaten hatırı sayılır bir alimdir. Ancak dahasını yapmalı, yaratıkları bırakıp yaratana koşmalı, bir gönül ehlinin önünde diz çöküp sırlara kapı aralamalıdır. Artık gerçek incileri devşirmenin zamanı gelmiştir...

..........................................

 

Adamın biri Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’ne gelir. “Biliyor musunuz?” der, “filanca sizin hakkınızda olmayacak şeyler söylüyor?”

-“Nerden biliyorsun?” 

-“Kulaklarımla duydum.”

-“Nerede?”

-“Fitnecinin evinde”

-“Orada ne arıyordun?”

-“Ziyafete gitmiştim.”

-“Peki neler ikram etti?”

-“Çorba, börek, pilav, tatlı, dolmalar, köfteler, meyveler, şerbetler... Bir sürü şeyler işte.”

Mübarek verdiği cevapla kendisine gelen kişiyi sükut ettirir: “Bütün bunları içinde tutuyorsun da o üç beş kelimeyi niye tutamıyorsun?”

..........................................

 

Bir gün biri Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’ne: “Falanca sizin dedikodunuzu yapıyor.” der. Bu söz üzerine Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri de bir tabağın içine para doldurarak hakkında gıybet eden zâta gönderir, gönderdiği adama da şöyle söylemesini tembih eder: “Duydum ki işlediğiniz iyilikleri bana bağışlıyormuşsunuz. Buna karşılık ben de size bu naçiz hediyemi takdim ediyorum. Kabul etmenizi rica ederim.”[7]

www.GAVSULAZAM.de


[1] Hasan Basri kitabı S.257

[2] Hasan Basri kitabı S.223

[3] El-Araf S. A.50

[4] Tercüme-i Tezkiratül Evliya S.37

[5] Meryem S. A.84

[6] El İhya 4/339

[7] Zübde Adlı Kitap; Dürretül Vaizin S.954

 

 

 

  Hayatı

  Tarikatı Telkin Alması

  Vefatı

  Menkibeleri

  Hikmetli Sözleri

 

 

  SİLSİLE-İ KADİRİYYE

 

 

  Hasan-i Basri (RA)
  Habib-i Acemi (RA)
  Davud-i Tai (RA)
  Maruf-i Kerhi (RA)

  Seriyyi Sekati (RA)
  Cüneyd-i Behre (RA)

  Ebubekir Şibli (RA)
  Abdulvahid Et-Temimi (RA)

  Ebu'l Ferec Mehmet (RA)
  Aliyy-el Hokkeri (RA)

  Said Mubarek Mahzumi (RA)

  Abdulkadir-i Geylani (KSA)

 

 

 

 

 

 

 

 

©2003-04 Gavsulazam.de Her Hakkı Mahfuzdur.