Büyük bir mecliste meşayıhtan
birisi: “Hasan (RA) acaba niçin büyüğümüz oldu?” diye sormuş. Buna cevaben
büyüklerden bir zat: “İlim için büyük yaratıklar O’na (RA) muhtaçtır. O (RA) ise halka ufacık bir ihtiyaç duymaz. Bizden
üstünlüğü bundandır.” demiştir.
..........................................
Cenab-ı Şeyh Hasan-i Basri (RA)
Hz.leri’ne bir takım insanlar gelerek: “Uyuyan gönlümüzü uyandır.” dediler.
Şeyh (RA) Hz.leri onlara hitaben: “Gönlü uyandırmak kolay bir iştir, lâkin
sizin gönlünüz ölmüştür. Zira hiç hareket etmezler.” dedi. Onlar da: “Öyleyse
bizi biraz korkut.” dediler. O (RA) da: “Eğer bugün korkarsanız, yarın
kıyamette emin olursunuz. Burada korkmayan kimsenin haline vah yazık.” dedi.
..........................................
Firûz, Meysan muharebesinde
İslâm ordularına direnme hatasına düşen bir Basralıdır ve esir alınır.
Diğerleriyle birlikte Medine’ye getirilir ve köle olarak Zeyd bin Sabit’e (RA) verilir.
Ancak ne zincir ne kırbaç bilir, ne de incitilir. Evin bir ferdi gibi yaşar,
işine bakar. Hatta Peygamber (SAV) Efendimizin hanımlarından Ümmü Seleme’nin (RA)
cariyesi Hayre ile evlenmeye kalkar. Kimse ona “Hadi ordan sen kölenin birisin”
demez. Ev kurmasına yardım ederler. Ümmü Seleme (RA) Hayre ile evladı gibi
ilgilenir, çeyizini yapar, evini döşer. Hatta “Bizim evin işinden ne olsun”
der, “siz kendinize bakın.” Hayre buna rağmen kutlu kapıdan ayrılmaz. Evin kızı
gibi gelir gider, sıkıldıkça içini döker. Çok geçmeden nurtopu gibi bir
oğulları olur. İki köle (belki de sevinçlerini paylaşmak için) üç kıtaya
yayılan devletin halifesi Hazret-i Ömer’e (RA) çıkarlar. Mübarek onları kapıda
karşılar. Yer gösterir, süt, hurma ikram eder. Şirin bebeği kucağına alır ve
sever. İri gözlerine ve minik burnuna bakıp “Ya Rabbim! Ne güzel şeyler
yaratıyorsun” der. Firûz bir isim istediğinde düşünmeden “Hasan olsun” buyurur,
“Hasana (güzele) Hasan yakışır!”
..........................................
Günün birinde Basra şehrine
tam bir yıl yağmur yağmadı. Her taraf kuraklık içinde kaldı. Kıtlık baş
gösterdi. Yağmur duasına çıktılar. Şeyh Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri minbere
çıktı, vaaz ve dua etti. “İsterseniz yağmur yağsın, ama Hasan'ı (RA) Basra'dan
kovun.” dedi, Camide cemaat arasında bir feryadı figan koptu, herkes ağlaştı.
“Ey insanlar! İçinizden Hasan'ı (RA) kovun da, Basra'ya yağmur yağsın. O günahkâr
aranızdayken yağmur yağmaz, isterseniz yağmur yağsın.” Caminin içi birden
okyanuslar gibi dalgalandı. Cemaat hıçkıra hıçkıra ağladı ve arkadan gök pınarı
cömert cömert aktı.
..........................................
Bir başka gün de güzel
kıyafetler içinde genç bir adam Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin önünden
geçiyordu. Gururlu bir edası vardı. Yüce Şeyh onu çağırdı. “Ey Adem oğlu! Sanki
mezarı geride bırakmış, amelinin mükâfatını almış gibi gençliğine mağrur
oluyorsun. Kabir henüz önündedir. Ecel peşindedir, tehlikeli geçitlerin hiç
birini geçmemişsin, kalbine dön, düzelt. Rabbinin senden istediği beden ve
elbisenin güzelliği değil, kalbinin İslah edilmesi ve hikmeti ile dolmasıdır.”
buyurdu.
..........................................
Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri
sıcak bir günde susamıştı. O din şeyhine bir bardak soğuk su getirdiler. “Ey
gönüllerin ışığı! Buyur iç!” dediler. Hz. Şeyh bardağa elini uzattı, suyun soğukluğunu
hissedince bir feryad kopardı ve bardağı yere atıp yere yığıldı. Ayılınca göz
yaşlarını tutamıyordu. “Ya İmam! Ne oldu?” diye sordular. Dedi ki: “Suyun
soğukluğunu hissettiğim vakit Cehennem ehlinin Cennet ehline nida ederek bu
hususta Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin şu ayetini hatırladım: ‘Suyunuzdan biraz da
bize akıtın.’
Aklım başımdan gitti.” İşte o büyük insan kıyametin dehşetinden böyle
titriyordu. Sen ey Müslümanım diyen insan. O dehşetli günü hatırlayıp
hazırlanabiliyor musun? Hazırlanabiliyorsan sana ne mutlu, bak ömür sermayen
bitiyor ona göre hareket et.
..........................................
Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri bir
gün cenaze ile kabristana kadar gitti. Cenaze kabre konduktan sonra kabrin
başında o kadar ağladı ki, toprak ıslandı. Şöyle dedi: “Ey Allah'ın kulları!
Uyanık olunuz. Kabir ahiret menzilinin evveli, dünya menzilinin de ahiridir.
Madem ki hepimiz sonunda bu yere gireceğiz, dünyada nasıl şadolup gezeriz?”
buyurdu.
..........................................
Bir geceydi, yine zari zari
ağlıyor ah ediyor, gözyaşı döküyordu. Tesadüfen evinin damı altından bir adam
geçiyordu. Ay yüzlü Şeyh dam üstüne seccadeyi sermiş tefekkür ediyordu.
Gözünden dökülen yaşlardan birkaç damla yoldan geçen adamın üstüne de düştü.
Adam başını kaldırıp seslendi. “Ey Cihanın ışığı, bana isabet eden bu su temiz
midir?” Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri alevler misali çırpınarak dedi ki: “Aman ey
adem! Hemen elbiseni temizle. Zira bu dökülen bir günahkârın gözünün yaşıdır.”
buyurdu ve yine buyurdu ki: “Acele edin! Zira nefesleriniz bir defa kesildi mi,
bir daha sizi Allah (CC) Hz.leri’ne yaklaştıracak amelleri işleyemezsiniz.
Allah (CC) Hz.leri o kimseye rahmet etsin ki, günahlarını hatırlayıp saydıktan
sonra kendisi için ağlamıştır. Zira yüce Allah (CC) Hz.leri buyurur ki: ‘Biz
onların günlerini saydıkça sayıyoruz.’
Azrail (AS) bir evi hergün üç
defa yoklar, ömrünü tamamlayanın canını alır, evdekiler feryad eder, Azrail
(AS) kapıya kollarını gerer: ‘Ne ağlıyorsunuz? Bu adamın rızkı tükendi, canını
aldım, boşuna ağlamayın. Devamlı olarak buraya gelip hiç birinizi
bırakmayacağım.’ Ev halkı Azrail'i (AS) görse, dediklerini duysa ölüyü unutur,
kendilerine ağlarlardı.” buyurdu.
..........................................
Bir mecliste delikanlı vardı,
çok gülüyordu. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri oradan geçiyordu. Delikanlıya sordu:
“Ey genç adam sıratı geçtin mi?” Çocuk çarpılmış gibi oldu. “Hayır.” dedi. Hz.
Şeyh yine sordu: “Gideceğin yerin cennet cehennem olduğunu biliyor musun?”
“Hayır.” Bu sefer: “O halde bu kahkaha nedir a yavrum?” diye sorunca
delikanlının gözleri birden yaşlarla doldu. Bundan sonra bir daha güldüğü
görülmedi.
..........................................
Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’ni
sevenlerden bir zat anlatıyor: “Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin de bulunduğu bir
kafile ile hacca gidiyorduk. Çölde susamıştık, bir müddet sonra bir kuyunun
yanına ulaştık. Yanımızda kova ve ip yoktu. Hazret-i İmam (RA) Hz.leri: ‘Ben
namaza durunca siz suyunuzu içiniz.’ dedi ve namaz kılmaya başladı. Su kuyunun
ağzına kadar yükseldi. Kana kana içip susuzluğumuzu giderdik. Arkadaşlarımızdan
biri kabına su doldurunca kuyunun suyu çekildi. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri:
‘Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne sağlam bir tevekkülle bağlanmadığınızdan su
kuyunun dibine çekildi. Bu çeşit sulardan azık alınmaz.’ dedi. Sonra buyurdu
ki: ‘Dünyaya düşkün olan, muradına kavuşamaz. Bir gün olsun rahat nefes alamaz.
Her gün, ayrı bir düşünce keder getirir. Ömür biter de ecel bir gün onu
yakalayıverir. Sonunda, azıksız ahiret yolculuğuna çıkmak zorunda kalır.”
..........................................
Bir zaman Hasan-ı Basri,
topluluklarda görünmez olmuş, camide oturmaktan vazgeçmişti. “Ashabını
bıraktın, burada yalnız başına oturuyorsun” diyenlere şöyle cevap verdi: “Muhammed’in
(SAV) in ashabından bir takım insanlara rastladım, bana dedilr ki: “Kıyamet
gününde insanların iyisi, nefsini en çok muhasebe edendir. Kıyamet gününde en
çok sevinecek olan da dünyada en çok üzüntülü olandır. Kıyamet gününde en çok
gülen de dünyada en çok ağlayandır.”
..........................................
Ömer İbn Abdulaziz, kendisine
hüküm ve kaza işlerinde yardım edecek kimseleri tavsiye etmesini istemiş ,
Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri kendisine: “Din ehli seni istemez, dünya ehlini de
sen istemezsin.” demiştir.
..........................................
Basra’lı Şem’ûn kendi halinde
bir mecusidir. Müslümanlarla içli dışlıdır ve bir sürü güzel haslet edinir.
Kimseyle uğraşmaz, yalan söylemez, sözünde durur ve cömerttir. Sonra o gülyüzlü
komşusunu (Hasan-ı Basri Hazretlerini) çok beğenir, uzaktan bile görse ayağa
kalkar, hürmetle yol verir. Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri, Şem’ûn’un Müslüman
olmasını çok ister. Hatta bazı geceler sabahlara kadar yalvarır onun ve onun
gibiler için hidayet diler. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz (CC) Hz.leri bu
duaları kâbul eder ve mübareğin tebliğ için beklediği fırsatı önüne çıkarır.
Nasıl mı? Anlatalım.
Şem’ûn amansız bir hastalığa
yakalanır. Birkaç gün içinde mum gibi erir ki artık öleceğinin farkındadır.
Hasan-ı Basri (RA) Hz.leribiraz süt, biraz hurma alır, komşusunun kapısını
tıklatır. Şem’ûn onu görünce çok duygulanır. Ağlamakla gülmek arasında gidip
gelen bir sesle “Ey asil komşum!” der, “Niye zahmet ettin ki?”. Hazret: “Ne
zahmeti, vazifemiz değil mi?” buyurur. Şem’un: “Biliyor musun ben gidiciyim.”
der. Hazret yanıt verir: “Hepimiz gidiciyiz.” Şem’un:
-“Korkarım ahirette de
görüşemeyeceğiz. Zira inandıklarım doğruysa aynı yerde olmayacağız.”
Mübarek acı acı gülümser.
“Peki” der, “ya benim inandıklarım doğruysa?” Sonra aralarında şu konuşma
geçer:
-“Yine aynı yerde olmayacağız,
zira beni taptığımla yakacaklar.”
-“Bak Şem’ûn ateş yaratıcı
değil mahlûktur. Alemlerin Rabbi (CC) dilemezse kimseye bir şey yapamaz.
-“Müslümanlar buna benzer
şeyleri çok söylerler ama ateşin yakmadığı nerede görülmüş?”
-“Ateşin yakmadığını görsen bana inanır mısın?”
-“İnanırım.”
Biliyor musunuz veliler hallerini bir sır gibi saklar, tanınmaktan, bilinmekten
sıkılırlar. Ancak böylesi hayati kavşaklarda keramet göstermek zorunda
kalırlar. Nitekim Hasan-ı Basri (RA) Hazretleri de mangaldaki ateşi avuçlar,
kızgın korla kollarını sıvazlar. Şem’ûn hayretler içindedir. Büyük veli, bunlar
sıradan şeylermiş gibi gülümser, “İstersen yanan fırına girelim” der, “var
mısın?”
-“Yoo, hayır. Bu kadarı yeter.”
-“Görüyorsun işte. Senin,
benim, dağların, göklerin, denizlerin yaratıcısı onu zararsız kıldı.”
-“Sanırım, Allah’ın (CC) büyüklüğünü kabullenmek zorundayım.”
-“Al, istersen dokunabilirsin.
Eğer ateş bir şeye kaadirse yaksın da görelim.”
-“Diyecek bir şey bulamıyorum.
-“Ama benim diyecek çok şeyim
var. Yapma Şem’ûn, kendine kıyma. Gel iman et ve kurtul. Altından nehirler akan
köşkler, nefis şerbetler, bahçeler, huriler seni bekliyor. Bir kere kelimeyi
şahadet söyle, ebedi saadete kavuş.”
-“Bu kadar kolay mı yani?”
-“Evet bu kadar kolay.”
-“Ama benim ömrüm günah içinde
geçti.”
-“Benim ki de öyle ama Allah-ü
teâlâ affedicidir.”
-“Ne desem bilmem ki, bunca
yıldır mecusi olarak yaşadıktan sonra...”
-“Sakın “millet ne der?” diye
düşünme, sadece kalbinin sesini dinle.”
-“Kalbim seninle beraber,
yalnız endişelerim var.”
-“Nasıl yani?”
-“Sahi, Rabbim beni kâbul eder
mi?”
-“Eder.”
-“Bana kulum der mi?”
-“Der.”
-“Emin misin?”
-“Adım gibi.”
-“Peki kefil olur musun?”
-“Olurum.”
-“Ahitname de yazar mısın?”
-“Yazarım.”
-“Mührünü de basar mısın?”
-“Basarım.”
-“İyi öyleyse, sen şimdi bana yapmam gerekenleri söyle.”
Şem’ûn oğullarını, yakınlarını
çağırır. Kalabalığın huzurunda iman eder. Olacak bu ya hemen o gün ecel
şerbetini içer. Onu söz konusu kâğıtla birlikte toprağa verirler.
Hasan-ı Basri (RA) Hazretleri hem şaşkın, hem sevinçlidir. Omuzlarından irice
bir yük gitmiştir. Definden sonra evine gelir. Bir başına kalınca hadisenin
muhasebesini yapar ve birden dehşete düşer. Büyük bir pişmanlıkla “Yaptığını
beğendin mi” der, “Sen kim oluyorsun da ahidname veriyorsun? Kendini
kurtaracağın şüpheli, kalkıp başkalarına kefil oluyorsun. Eyvah ki ne eyvah!
Aman Allah’ım (CC)! Ben ne yaptım!”
O gece binlerce, onbinlerce
kez tövbe eder, “Ya Rabbi (CC)! Ben acizin, zavallının biriyim” der, “n’olur bu
cüretimi affeyle!” Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri o kadar ağlar ve o kadar yalvarır
ki bitap düşer. Birara içi geçer, rüyasında Şem’ûn belirir, çok neşelidir.
Öylesine nurludur ki dolunayı imrendirir. Başında cennet cevahirleriyle
süslenmiş bir taç vardır. Hasan-ı Basri (RA) Hazretlerine döner “Meğer Allah-ü Teâlâ
(CC) ne büyükmüş” der, “merhametinin zerresi benim gibi nice asiye yetti.”
-“Peki ya ahitname?”
-“Ona bakmadı bile, istersen
geri verebilirim.”
-“Yalvarırım ver, n’olur ver.”
-“Al!”
Hasan-ı Basri (RA) Hazretleri heyecanla uyanır. Ne görse beğenirsiniz. Kâğıt
elindedir.
..........................................
O yıllarda hayat herkes için
zordur. Ama sıfırdan başlayanlar için (Firûz ve Hayre için) daha zordur. Üç beş
dirhem yevmiye için karı koca bahçelere koşar, akşamlara kadar hurma toplarlar.
Hasad zamanları oğullarını Ümmü Seleme’ye (RA) bırakırlar. Ümmü Seleme
Validemiz, Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’ne bağrına basar. Her istediğini verir,
her dediğini yapar. Bu sevimli yavrunun ağlamasına dayanamaz. Hatta “N’olurdu”
der, “onu bir emzirebilseydim” Öyle hulusi kalp ile dua eder ki, yaşlı olmasına
rağmen göğüsleri süt dolar. Güzel çocuğu doyurur, ayağında sallayıp uyutur.
Kalbinin yumuşadığı anlarda elini açar ve “Ya Rabbi (CC)” der, “Sen bu çocuğu
âleme imam kıl. Ona uyanlar selâmet bulsun, azabdan kurtulsun.”
O yıl da ramazan bereketi ile
gelir. Zeyd bin Sabit (RA), Firûz’u, Ümmü Seleme’de Hayre’yi azad eder. Bu
şefkat iklimi garip kölelerin kalbini yumuşatır ve kendi istekleriyle Müslüman
olurlar. Ümmü Seleme’nin (RA) terbiyesinden geçen Hasan-ı Basri (RA) farklı bir
çocuk olur. Edipleri imrendirecek fasihlikte bir arapça konuşur ve akranlarının
çelik çomak oynadıkları günlerde Kur’an-ı kerimi ezberler. En hoşlandığı şey
cuma günleri Mescid-i Nebi’ye gidip Hazret-i Osman’ı (RA) dinlemektir. Zira bu
gülyüzlü Halifeyi çok sever, hep onunla birlikte olmak ister.
..........................................
Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri
babasının memleketine yerleşir. Burada Abdullah bin Abbas (RA), Enes bin Malik
(RA), Abdurrahman bin Semûre (RA) gibi sahabilerin eteğine yapışır ve onlardan
hisse kapar. Bir ara Sicistan seferine katılır, bir ara Horasan’a uzanır. Ondan
sonra Basra’ya dönüp inci ticaretine başlar. Küçük kârlara razı olmasına rağmen
büyük paralar kazanır ve hatırı sayılır bir servet sahibi olur. Ticaret
bahanesiyle çok yer gezer. Bir seferinde yolu Kayseri’ye düşer. Burada acayip
bir merasime şahit olur. Meydana altın direkli bir çadır kurar, kıymetli
halılar, atlas yastıklar ve gümüş şamdanlar arasına bir tabut oturturlar.
Askerler, çiftçiler, tüccarlar, hekimler, müneccimler çadırın etrafında
dolanır, saçlarını başlarını yolarlar. Birara vezir, Hasan-ı Basri (RA) Hz.leri’nin
kulağına eğilir ve olup biteni izah eder. “Kayser’imizin genç bir oğlu vardı”
der, “hem boylu poslu, hem de çok yakışıklıydı. Bir sürü lisan bilirdi ve bir
çok fenlerde mahirdi. Hepimizden iyi ata binerdi. Attığını vurur, vurduğunu
devirirdi. Ancak bir gün hastalanıverdi. Nice bilge hekimlerin yaptığı ilaçlar
fayda vermedi. Görüyorsun işte, ölüme çare mi var?”
Bu hadise Hasan-ı Basri (RA)
Hz.leri’ne çok tesir eder. Ani bir kararla Basra’ya döner ve elindekini
avucundakini fukaraya dağıtır. Zahiri ilimlerde zaten hatırı sayılır bir
alimdir. Ancak dahasını yapmalı, yaratıkları bırakıp yaratana koşmalı, bir
gönül ehlinin önünde diz çöküp sırlara kapı aralamalıdır. Artık gerçek incileri
devşirmenin zamanı gelmiştir...
..........................................
Adamın biri Hasan-ı Basri (RA)
Hz.leri’ne gelir. “Biliyor musunuz?” der, “filanca sizin hakkınızda olmayacak
şeyler söylüyor?”
-“Nerden biliyorsun?”
-“Kulaklarımla duydum.”
-“Nerede?”
-“Fitnecinin evinde”
-“Orada ne arıyordun?”
-“Ziyafete gitmiştim.”
-“Peki neler ikram etti?”
-“Çorba, börek, pilav, tatlı,
dolmalar, köfteler, meyveler, şerbetler... Bir sürü şeyler işte.”
Mübarek verdiği cevapla
kendisine gelen kişiyi sükut ettirir: “Bütün bunları içinde tutuyorsun da o üç
beş kelimeyi niye tutamıyorsun?”
..........................................
Bir gün biri Hasan-ı Basri (RA)
Hz.leri’ne: “Falanca sizin dedikodunuzu yapıyor.” der. Bu söz üzerine Hasan-ı Basri
(RA) Hz.leri de bir tabağın içine para doldurarak hakkında gıybet eden zâta
gönderir, gönderdiği adama da şöyle söylemesini tembih eder: “Duydum ki
işlediğiniz iyilikleri bana bağışlıyormuşsunuz. Buna karşılık ben de size bu
naçiz hediyemi takdim ediyorum. Kabul etmenizi rica ederim.”
www.GAVSULAZAM.de
|