HEVA-İ NEFS

Kalp hastalıklarının, yani kötü yuylardan biri de "nefsin hevası"na, şehvetlerine, isteklerine, lezzetlerine tabi olmaktır...

Bunun kötü olduğu, Ayet-i Kerime'lerde açıkça bildirilmiştir. Nefsin arzularının, insanı Allah (cc) yolundan saptırıcı oldukları, Kur'an-ı Kerim'de haber verilmiştir.


Çünki nefs, daima Allah-ü Teala’yı (CC) inkar, O’na (CC) inad, isyan etmek ister. Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre veya bidat sahibi olmaya yahud fıska yani haram işlemeye başlar.

 

Ebu Bekr Tamistani (RA) diyor ki, “Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünki nefs, Allah-ü Teala (CC) ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür.”

Sehl bin Abdullah Tüsteri [283 h. Basra’da] diyor ki, “İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır.”

 

İslam bin Yusuf Belhi, Hatem-ül-esama [237 h.] bir şey hediyye etti. Hatem bunu kabul edince, “bunu kabul etmek nefsin arzusuna uymak olmaz mı?” dediler. “Kabul etmekle kendimi zelil, onu aziz eyledim. Red etseydim, kendim aziz, o zelil olurdu. Nefsimin hoşuna giderdi.” dedi.

 

Resulullah (SAV), uzun bir hadis-i şerifin sonunda buyurdu ki, “İnsanı felakete sürükleyen şeyler üçtür: Hasislik, nefse uymak, kendini beğenmek.”

 

İmam-ı Gazali (RA) buyurdu ki, “Allah-ü Teala’nın (CC) insana yardımına mani olan perdelerin en kötüsü, ‘Ucb’dur. Yani ayblarını görmeyip, ibadetlerini beğenmektir.”

 

Hz. İsa (AS) buyurdu ki, “Ey havariler! Rüzgar, çok ışıkları söndürmüştür. Ucb da, çok ibadetleri söndürmüş, sevablarını yok etmişdir.”

 

Hadis-i şerifde, “Ümmetimin iki kötü huya yakalanmalarından çok korkuyorum. Bunlar, nefse uymak ve ölümü unutup, dünya arkasında koşmaktır” buyuruldu. Nefse uymak, islamiyyete uymaya mani olur. Ölümü unutmak, nefse uymaya sebeb olur.

 

Hadis-i şerifde, “Aklın alameti, nefse galib ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan (CC) afv, merhamet beklemektir” buyuruldu. Nefse uyup da, tevbe ve istiğfar etmeden, afv ve Cennet beklemek ahmaklık olmaktadır.

 

Sebebine yapışmadan birşey beklemeye “Temenni” denir. Sebebine yapışdıkdan sonra, beklemeğe “Reca” denir. Temenni, insanı tembelliğe götürür. Reca ise, çalışmaya sebeb olur. Nefsin sevdiği, istediği şeylere “Heva” denir. Nefs, yaratılışında kötülükleri, zararlı şeyleri sevici ve isteyicidir.

 

Nefsinden sakın daim. Ona güvenme asla.

Yetmiş şeytandan daha, fazla düşmandır sana

 

beyti, tam yerinde söylenmişdir. Nefsin, insanı haramlara ve mekruhlara sürüklemesinin zararları meydandadır. İstekleri hep hayvani arzulardır. Hayvani arzular ise, hep dünyadaki ihtiyaçlardır. İnsan bu arzuları peşinde olduğu kadar, ahıret ihtiyaçlarını hazırlamakta geri kalır. Çok mühim olan bir şey de, nefs mubahlarla doymaz. Mubahları kullanmatı artdırdıkça, isteklerini arttırır. Yine de, doymaz. İnsanı haramlara sürükler. Bundan başka, mubahları aşırı kullanmak, elemlere, dertlere, hastalıklara sebeb olur. Böyle insan, hep midesini, zevkini düşünür. Hasis ve rezil olur.

 

İmam-ı Rabbani (RA) buyuruyor ki, “Bütün varlıkların aslı, ‘Adem’dir, yokluktur. Herşey yok iken, Allah-ü Teala (CC), bunları yoklukta biliyordu. İlmindeki bu ademlere, kendi sıfatlarından aks etdirdi, yansıttı. Varlıkların asıları hasıl oldu. İlmdeki bu asıları, harice çıkardı. Varlıklar hasıl oldu. Elma çekirdeğinin, elma ağacına asi olması gibi. İnsanın yapısını anlamak için, birşeyin aynadaki hayalini düşünelim. Aynadaki bu görüntü, o şeyden gelen ışınların, aynadaki yansımalarıdır. Ayna adem gibidir. İnsanın kalbi ve ruhu bu ışınlara benzer. Ayna, insanın bedenine, camın parlaklığı ise, nefse benzer. Yani, nefsin aslı, ademdir. Kalb ile ruh ile ilgisi yokdur.”

 

Nefse uyan kimse, hep islamiyyetin dışına çıkar. Hayvanlarda akl ve nefs olmadığı için, ihtiyaçlarını bulunca kullanırlar. Yalnız bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar.

 

İslam dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için lazım olan şeylerden ve dünya lezzetlerinden faideli olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emr ediyor. İslam dini insanların dünyada da, ahiretde de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymayı emr ediyor. Nefse uymağı yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı, insan, yaşaması ve üremesi için ve medeni hayat için lazım olan şeyleri kazanmak için çalışmasında kusur ederdi ve Nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olmak yolu kapalı kalırdı.

 

Hadis-i şerifde buyuruldu ki, “Ahırette olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yimek için et bulamazdınız!” Yani, hayvanlar ahıretdeki azabların korkusundan dolayı, yemekden, içmekten kesilirlerdi. Bir deri, bir kemik kalırlardı. İnsanlarda nefs olmasaydı, hayvanlar gibi, korkudan, yiyemez, içemez, yaşayamazlardı. İnsanların yaşayabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. Nefs, iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hem de, zehrli ilaç gibidir. Tabibin tavsiyesine göre kullanan, bundan faide kazanır. Aşırı kullanan helak olur. İslamiyyet, nefsin helak edilmesini, yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifade edilmesini emr etmekdedir.”

 

Nefsin islamiyyetin dışına taşmasını önlemek için, onunla iki cihad vardır: Birincisi, ona uymamak, onun arzularını yapmamakdır. Buna, “Riyazet” çekmek denir. Riyazet, vera ve takva ile olur. “Takva”, haramlardan sakınmakdır. “Vera” haramlardan ve mubahları ihtiyactan fazla kullanmaktan da sakınmakdır. Cihadın ikincisi, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Buna “Mücahede” denir. Bütün ibadetler mücahededir. Bu iki cihad, nefsi terbiye eder. İnsanı olgunlaştırır. Ruhları kuvvetlendirir. Sıddikların, şehidlerin ve salihlerin yoluna kavuşdurur. Allah-ü Teala (CC) kullarının taatlarına, ibadetlerine muhtac değildir. Kullarının günah işlemesi O’na (CC) hiç zarar vermez. Kullarının nefslerini terbiye etmek, nefsle cihad etmek için bunları emr etmiştir.

 

İnsanlarda nefs olmasaydı, insanlık kalmaz, meleklik hasıl olurdu. Halbuki, beden birçok şeylere muhtaçtır. Yemek, içmek, uyumak, istirahat etmek lazımdır. Süvariye hayvan lazım olduğu gibi, insana da beden lazımdır. Hayvana bakmak lazım olduğu gibi, bedene hizmet etmek de lazımdır. İbadetler beden ile yapılmaktadır. Birisinin geceleri uyumayıp, hep namaz kıldığı söylendikde, “İbadetlerin kıymetlisi, az olsa da devamlı yapılanlardır” buyuruldu. İbadetin devamlı yapılmasında, kulluğa alışmak vardır.

 

Niyyet ederek islamiyyete uymaya “İbadet etmek” denir. Allah-ü Teala’nın (CC) emirlerine ve yasaklarına “Ahkam-ı islamiyye” ve “Ahkam-ı ilahiyye” denir. Emr edilenlere “Farz”, yasak edilenlere “Haram” denir.

 

Hadis-i şerifde, “İbadetleri takat getireceğiniz kadar yapınız. Neşe ile yapılan ibadetin kıymeti çok olur” buyuruldu. Beden istirahat edince, ibadetler zevk ile yapılır. Beden ve zihn yorgun iken yapılan işten usanç hasıl olur. Yorgunluğu gidermek için, arasıra mubah olan şeylerle, bedene neşe getirmelidir.

 

İmam-ı Gazali (RA) buyuruyor ki, “Çok ibadet yapınca, beden yorulur. Hareket etmek istemez. Bu zaman uyumakla veya salihlerin hayat hikayelerini okumakla yahud mubah olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli. Böyle yapmak, usanarak ibadet yapmaktan efdaldir.”

 

İbadet yapmakdan maksat, hem mücahede yaparak, nefsi terbiye etmek, hem de, kalbe ferahlık getirmek, kalbi Allah’a (CC) bağlamak içindir. “Nemaz, insanı kötü ve çirkin işler yapmaktan korur” buyuruldu. Severek, neşe ile kılınan namaz böyle olur. Bu neşeyi hasıl etmek için, nefsin mubahlardaki arzularını, ihtiyaç olduğu kadar, yerine getirmek lazım olur. Böyle yapmak, islamiyyete uymak olur. İbadetlere sebeb olan mubahlar da ibadet olur.

 

“Alimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır” hadis-i şerifi, bu sözümüzün şahididir. Uyuklayarak, teravih nemazı kılmak mekruhtur. Uykulu hal gidince, neşe ile kılmalıdır. Uyuklayarak kılınan namazda gevşeklik ve gaflet olur.

 

Yukarıdaki yazıları yanlış anlamamalıdır. Yorgunluk ve usanç hasıl olduğu zeman ibadet tehir edilir, terk edilmez. Farzları özürsüz terk etmek büyük günahtır. Kaza etmek farz olur. Vacibleri de kaza etmek vacib olur. Sünnetleri terk eden, bunların sevabından mahrum kalır. Özürsüz terk etmeyi adet ederse, bu sünnetlere mahsus olan şefaattan mahrum kalır. Yorgun, halsiz, neşesiz olmak, farzları vaktinden sonraya bırakmak için özür olmaz. Vaktinden sonraya bırakmak günahından ve azabından insan kurtulamaz. Ahkam-ı islamiyyeye, yani farzlara ve haramlara ehemmiyyet vermemenin küfr olduğu akaid kitablarında bildirilmiştir. İslam düşmanları bu noktadan da gençleri aldatmaya, islamiyyeti içerden yıkmaya çalışıyorlar. Bunlara aldanmamak için, Ehl-i sünnet alimlerinin yazdıkları fıkh ve ilmihal kitablarını okuyup, farzları, haramları iyi öğrenmekten başka çare yokdur.


www.GAVSUALAZAM.de

© 2003-2004   www.Gavsulazam.de   Her Hakki Mahfuzdur.