Allah (CC) korkusu, müminin imanını, şevkini, Allah’a (CC) olan sevgi ve saygısını coşturan bir duygudur.

Kişiyi Allah’ın (CC) (CC) razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik yönünde harekete geçiren bir korkudur.

Bu korku onu Allah’ın (CC) (CC) azabından uzaklaştıran, Allah’ın (CC) (CC) rızasına, rahmetine ve cennetine yaklaştıran, bundan dolayı da çok büyük bir manevi haz içeren bir korkudur.

Mümini Allah’ın (CC) (CC) sınırlarını korumada, Allah’ın (CC) rızasını aramada son derece yüksek bir şuura, uyanıklığa ve titizliğe iletir.

Sonuçta müminin dünyadaki bu korkusu, onu kıyamet gününün korkusundan ve Cehennemdeki ebedi korku ve dehşetten kurtaracaktır. Bir ayette şöyle haber verilmiştir:

“…Artık bunların ecirleri Rableri (CC) katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara S. A.274)

 

Allah’ın (CC) tehdidinden ve azabından korkan müminler, O’nun (CC) emir ve hükümlerine son derece titizlikle uydukları için, Allah’ın (CC) beğendiği üstün bir ahlaka sahip olurlar.

Mütevazi, hoşgörülü, ince düşünceli, fedakar, aklı ve şuuru açık, Allah’ın (CC) yaratmasındaki üstünlükleri en güzel biçimde takdir edebilen, yüksek bilince ve büyük bir duyarlılığa sahip ideal bir yapı geliştirirler.

 

Kısaca Allah (CC) korkusu müminleri ruhen zenginleştiren, onları cennete layık bir duyarlılığa eriştiren, son derece ince hikmetlerle donatılmış asil bir duygudur; ebedi mükafat ve mutluluğun anahtarıdır.

 

  • MÜMİNLER ALLAH’IN (CC) YÜCE MAKAMINDAN KORKARLAR:

 

Allah’ı (cc) Kuran’da tanıtıldığı gibi tanıyan ve samimi olarak O’nun (CC) sıfatları hakkında düşünen bir mümin en başta Allah’ın (CC) bizzat kendisi’nden, üstün ve şerefli makamından içi  ürpererek  korkmaya  başlar.

 

Allah’ın (CC)  heybet  ve azametinden, sonsuz kudret ve üstünlüğünden ötürü, O’nun (CC) zatına karşı son derece saygı ve hayranlık dolu bir korku besler.

 

Bu korku, Allah’ın (CC) üstün ve yüce makamının bilincinde olan müminin kalbinde doğal olarak oluşan bir korkudur.

 

Bu korkunun derecesi kişinin imanının ve tefekkürünün derinliği derecesinde artar. Bu saygı dolu korku Kuran’da “haşyet” olarak da tanımlanır.

 

Allah (CC) sonsuz bir güç sahibidir, sonsuz bir ilme sahiptir, sonsuz bir akla sahiptir, dilediğini dilediği gibi yapar; Kendisi yaptığından sorulmaz, fakat O (CC), insanları yaptıklarından sorguya çekecektir.

 

O (CC) alemlerden müstağnidir, hiç kimseye ihtiyacı yoktur, fakat tüm varlıklar O’na  (CC) muhtaçtır; herkesi ve herşeyi yoktan var eden ve her an varlıkta tutan O’dur (CC); herşeyin ve herkesin sahibi O’dur (CC), dilerse herkesi yok edip yerine başkalarını yaratabilir ve bunda da hiç kimseye hesap verici değildir, hiç kimseden çekinmez, hiçbir şeyi unutmaz; O (CC) bir şeyi diledi mi ona “ol” der ve olur, O’na (CC) hiçbir şey güç gelmez.

 

Tüm bu sonsuz üstünlüklerin sahibi olan Allah’a (CC) karşı değil isyankar bir tavır almak, O’nu (CC) unutarak bir an geçirmek bile şuurlu bir insanın cesaret edebileceği bir şey değildir.

Allah’ı (CC) Kuran’da tanıtıldığı gibi tanıyan ve O’nun (CC) kudretini gereği gibi takdir eden bir insanın Allah’tan (CC) saygıyla sakınmaması, O’nun azametinden korkuya kapılmaması mümkün değildir.

 

Mümin Allah’ın (CC) büyüklüğünü, azametini, kudretini bildiği gibi “İntikam alan”, “Kahreden”, “Azap veren”, “Zillete düşüren” sıfatlarını da bilir.

 

Allah’ın (CC) rızasına ters düşen bir tavır ya da konuşmanın karşılıksız kalmayacağını bilir.

Allah’ın (CC) her an herşeyden haberdar olduğunu, her yeri sarıp kuşattığını, kendisine şah damarından yakın olduğunu bilerek hareket eder.

 

İşte Allah (CC) müminin bu güzel tavrına karşılık onu dünyada ve ahirette ebediyen rahmeti, rızası ve cennetiyle ödüllendirir:“Rabbin (CC) makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır.”[1]

 

Elbette ki Allah’ı (CC) hakkıyla takdir edebilmek için Kuran ayetlerini çok iyi bilmek gerektiği gibi, O’nun (C) dış dünyadaki ayetlerini —delillerini— de iyi bilip tanımak şarttır.

 

En küçük bir atomdan ya da bir canlı hücresinden dev yıldızlara hatta galaksilere kadar Allah’ın (CC) sayısız yaratılış delilleri hakkında detaylı bilgi sahibi olmak insanın Allah (CC) korkusunu artırır.

 

Çünkü bunları bilmek kişinin, Allah’ın (CC) yarattığı şeylerde tecelli eden sonsuz aklına, gücüne, ilmine çok daha yakından şahit olmasını, Allah’ın (CC) kudretini, diğer insanlara göre, çok daha fazla takdir edebilmesini sağlar.

 

Bu da O’na (CC) karşı duyduğu korku ve haşyetin kat kat artmasına vesile olur. İşte Allah  (CC) bu sırrı bir ayetinde şöyle açıklar: “…Kulları içinde ise Allah’tan (CC) ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek korkar’. Şüphesiz Allah (CC), üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.”[2]

 

  • MÜMİNLER ALLAH’IN (CC) TEHDİDİNDEN KORKARLAR:

 

Allah (CC) Hz.leri bir ayetinde müminin, kendi makamından korktuğu gibi, tehdidinden de korktuğunu belirtir:“…İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır).”[3]

 

Allah’ın (CC) tehdidi, kendisine iman etmeyen, itaat etmeyen,kendi rızasını gözetmeyen, emir ve yasaklarını tanımayanlar için vaat ettiği maddi, manevi sonsuz bir azaptır.

 

Bunun yeri de cehennemdir. Mümin, bu dünyada hiç kimsenin Allah’ın (CC) azabından emin olamayacağını çok iyi bilir.

 

Bu yüzden Allah’ın (CC), inkarcılara vaat ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba düşmekten korkar. Müminlerin bu ruh hali Kuran’da şöyle tarif edilir: “Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin (CC) azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin (CC) azabından emin olunamaz.”[4]

 

Allah’tan (CC) içleri titreyerek korkan müminler, Kuran’ı okurken cehennemle ilgili ayetlerin hepsini tek tek kendileri için hissederek düşünürler.

 

Zira Kuran ayetlerinde, Allah’ın (CC) sürekli müminlere hitab eden uyarıp korkutmaları yer alır; inkarcılar ise zaten Allah’ın (CC) kitabını okumazlar, okusalar da gereği gibi kavrayamazlar.

 

Dolayısıyla müminler, bu ayetlerin Allah’ın (CC) mümin kullarını uyarmak ve onları Cehennemden sakındırmak için olduğunu düşünürler.

 

Çünkü, Kuran’dan öğüt alabilecek ve Allah’ın (CC) azabından korkup sakınabilecek yalnızca kendileridir.

 

Bundan dolayı da diğer insanları değil, Kuran’da övülen takva sahibi müminleri ve üstün ahlak sahibi peygamberleri kendilerine örnek alırlar.

 

İşte bunun doğal bir sonucu olarak “cehennem ayetleri diğer insanları ilgilendiriyor, ben ise müminim” gibi tehlikeli bir kendinden eminlik içine girmezler.

 

Elbette imanlarından dolayı Allah’tan (CC) daima kurtuluşu ve rahmetini umarlar.

 

Ancak bu, “…Rablerine (CC) korku ve umutla dua ederler…”[5] ayetinde dikkat çekildiği gibi yine korkuyla karışık bir ümittir.

 

Allah (CC) Kuran’da insanları Cehennemden sakındırmak için pek çok uyarı ve hatırlatmalarda bulunmuştur.

 

Belki korkup sakınırlar diye inkarcıları ahirette karşılaşacakları azapla tehdit etmiştir.

 

Bu bir ayette şöyle vurgulanır:“…Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir. Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah (CC), kendi kullarını bununla tehdit edipkorkutuyor. Ey kullarım! Öyleyse Benden sakının.”[6]

 

erçek şu ki Allah (CC) insanları gerek ayetleriyle, gerek elçileri aracılığıyla, gerekse yaşadıkları olaylarla kendisinden sakındırır.

 

Onlara çağrıda bulunur, azabıyla korkutur. Ama bu uyarılar: “…Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka birşey artırıyor.”[7] ayetinin bir tecellisi olarak inkarda diretenlere bir fayda sağlamadığı gibi, kaçışlarını daha da artırır. Ve o zaman da yalanladıkları azap üzerlerine hak olur: “Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?”[8]

 

İnsanın dünya hayatında sahip olduğu ölçüler Allah’ın (CC) cehennemde vereceği azabı tam olarak kavramaya yeterli değildir.

 

Çünkü Allah’ın (CC) azabının bir benzeri yoktur. Dünyada bulundukları süre içinde Allah (CC) korkusundan uzak yaşayan ve Allah’ın (CC) azabını yalanlayanlar, hesaba çekildikten sonra kitaplarını sol yanlarından alırlar ve bu an artık haklarında hükmün verildiği ve sonsuz azaba mahkum oldukları andır.

 

Bölük bölük cehenneme sevk başlar. Daha ulaşmadan başlarına geleceklerin korkusu tüm benliklerini kaplar. Psikolojik olarak tamamen çökmüş durumdadırlar. Sürüklenerek cehennemin kapısına varırlar.

 

O anı Allah (CC) ayetinde şöyle bildirir: “İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (Cehennemin) bekçileri dedi ki: ‘Size Rabbinizin (CC) ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?’ Onlar: ‘Evet.’ dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: ‘İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür’.”[9]

 

Bu şekilde bir daha asla çıkmamak üzere Cehennemin kapılarından içeri girerler. Cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve kilitlenir. Hiçbir kaçış imkanı yoktur. Artık bedenleri ve ruhları sonsuza kadar dayanılmaz acılar içinde kıvranacaktır. Ama uğrayacakları azapların hiçbiri onları öldürmeyecektir. Her seferinde derileri yenilenecek ve onlar işlerinin bitirilmesini isteyecek ama kendilerine şöyle cevap verilecektir: “(Cehennem bekçisine:) ‘Ey Malik (bekçi), Rabbin (CC) bizim işimizi bitirsin’ diye haykırdılar. O: ‘Gerçek şu ki siz (burda) kalacak kimselersiniz.’ dedi.”[10]

 

Cehennemdeki azapların farklı çeşitleri vardır. Bunların her biri insanın hayal gücünün ötesindedir. İnkarcı cehennemin odunu olur[11], ateşin üstünde tutulup mum gibi eritilir, yüzü ateşte evrilip çevrilir, elleri bağlı olarak ateşin dar yerine atılır, haşlanır, dağlanır, bu haldeyken demirden kamçılarla kırbaçlanır, katrandan elbiseler giyer, ateşten yataklara yatırılır, üstüne ateşten örtüler örtülür, darı dikeni ve zehirli zakkum yer, kan ve irin içer, başından aşağı kaynar su dökülür, içirilen kaynar su bağırsaklarını parça parça koparır, ateş yüzünü yalar, dişleri sırıtır halde kalır, nefes alıp vermesi bile kahır doludur. Bunlar bir daha son bulmayacak olan fiziksel azabın sadece bir parçasıdırlar.

 

Cehennem ehli fiziksel olduğu gibi psikolojik olarak da acı çeker. Çaresizlik, ümitsizlik, pişmanlık, aşağılanma, rezil olma, küçük düşme, horlanma, öfke, kin ve çekişme duygularının karışımı sonucunda yaşadıkları azap da bir yandan kendilerini yer bitirir. Onca kalabalığın arasında herkes yalnızdır ve birbirine düşmandır. Sürekli birbirlerini lanetlerler. Çığlıklar, haykırışlar, yalvarmalar, kahır dolu inlemeler birbirine karışır.

 

Ancak şunu unutmayın: Cehennemde bu azapları yaşayanlar başka yaratıklar değildir. Dünyada sokaktan geçerken gördüğünüz, bir kısmını tanıdığınız bildiğiniz insanlardır. Hiçbir şey değişmemiştir, aynı şuur açıklığında insanlardır. Belki de hiç ummadıkları bir anda ölüm melekleri canlarını almış ve kendilerini yaptıklarının karşılığını öderken bulmuşlardır. Allah’ın (CC) yarattıkları arasında, Allah’ın (CC) bu büyük tehdidinin şuurunda olup sürekli korku ve ümit içinde yaşayanlar ise yalnızca müminlerdir:

 

“Onlar: ‘Rabbimiz (CC), cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten, onun azabı ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır)’ derler.”[12]

 

  • MÜMİNLER ÖLÜME HAZIRLIKSIZ YAKALANMAKTAN KORKARLAR:

 

İnsan ölümlü bir varlıktır. Ancak ortalama 60 sene gibi kısa bir süre dünyada kalacaktır. Bundan sonra ise kendisi için sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayatı, ya nimetlerle donatılmış cennetler içinde ya da insanın ruhuna ve bedenine acı vermek için özel olarak yaratılmış azap mekanı olan Cehennemin içinde sürüp gidecektir. Allah  (CC) dilediği an insanın buradaki yaşamına son verip, ahirete geçirebilir.

 

Emin olun ki bu geçiş, bir göz açıp kapaması kadar çabuk gerçekleşecektir. İnsan öleceği, imtihanının son bulacağı ve hakkında kesin hüküm verileceği zamanı bilemez. Bu yüzden bu an geldiğinde hazırlıksız yakalanmaktan, hesabını veremeyeceği, ihmal ettiği, ertelediği, gevşek tuttuğu konuların olmasından çok korkup sakınması gereklidir. Çünkü ölüm melekleri geldiklerinde artık eksiklerini tamamlama, yapması gerekenleri telafi etme gibi bir imkan olmayacaktır.

 

O ana kadar yapıp ettikleri yanına kar ya da zarar olarak kalacak ve bunlardan hesaba çekilerek hakkında hüküm verilecektir. Ölüm geriye dönüşü olmayan bir kapıdır. Kişiye, “Öğüt alıp düşünen bir kimsenin öğüt alabileceği kadar”[13] süre tanınmıştır.

 

Ölüm geldiği anda bu süre tamamlanmıştır. Ne kadar yalvarıp yakarsa da kendisine bir fırsat daha tanınmaz.

 

Allah’a (CC) karşı yerine getirmediği sorumluluklarını yerine getirmesi için ek bir süre verilmez.

 

  • MÜMİNLER HESAP GÜNÜNDEN KORKARLAR:

 

İman etmekte olanların Allah’a (CC) ve kıyamet gününe karşı besledikleri korku ayette şöyle tarif edilmektedir: “Onlar, Rablerine (CC) karşı gayb ile (O’nu CC. görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden ‘içleri titremekte olanlardır’.”[14]

 

Allah (CC) korkusundan uzak yaşayan insanların yaşamları boyunca gözardı ettikleri, müminlerin ise sakınarak hareket ettikleri hesap anı geldiğinde, kişinin dünyada yaptıkları birer birer kendisine gösterilecektir. Dünyada bulunduğu süre içinde her yaptığı, her niyeti gözler önüne serilecektir. Üstelik en ufak bir ayrıntı bile unutulmadan…

 

Dünyada korkusuzca bir yaşam süren kişinin Allah’a (CC) karşı işlediği tüm suçlar tek tek ortaya dökülür. Sadece yaptıkları değil, kalbinden geçirdiği tüm kötülükler de… O an içinde bulunduğu utanç tarifsiz bir utançtır. Hiçbir şeyi inkar edemez. O inkar etmeye kalksa işitme, görme duyuları ve derileri Allah (CC) dilediği için dile gelip konuşur, aleyhine şahitlik ederler.

 

İşte iman edenlerin her an şuurlarını açık tutan, onları sakındıran ve titizliklerini artıran korku böyle bir günün korkusudur. Bilirler ki Allah’ın (CC), “O inkar edenler müslüman olmayı nice kereler dileyecekler.”[15] ayeti o gün tecelli edecektir.

 

Şu anda da imtihan devam etmektedir ve az önce yukarıda tasvir edilen ortamda tartıya getirilecek olanlar içine, şu an yaşadıklarımız da dahil olacaktır. Bu yüzden insanın dünyada bulunduğu süre içinde hesabını veremeyeceği herşeyden sakınması gereklidir. Zaten akıl sahibi bir insan için bunun aksi mümkün değildir.

 

Allah (CC) her yeri ve herşeyi sarıp kuşatmışken ve insana şah damarından daha yakınken, görevli melekler de en küçük ayrıntıyı dahi atlamadan kaydederlerken insanın geçici ve değersiz dünyevi konularla kendini meşgul etmesi ve hesap gününü unutması olabilecek en büyük gaflettir.

 

İnsan sabah gözünü açtığı andan itibaren Allah (CC) kendisine yeni bir gün, yeni bir fırsat daha yaratmış demektir. Kişi hemen Allah’a (CC) hesap vereceği anı hatırlayıp, güne samimi bir niyetle başlamalıdır. Niyeti ise, Allah’ın (CC) razı olmayacağı ve kendisinin de hesabını veremeyeceği herşeyden uzak durup sakınarak, hareket etmek olmalıdır.

 

Unutmamak gerekir ki o an geldiğinde tutuklanarak sonsuz azaba yollanacak olanlar, “keşke” diyecek olan insanlardır.

 

“Ey insanlar, Rabb’inizden (CC) korkupsakının ve öyle bir günün azabından çekinipkorkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah’ın (CC) va’di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah (CC) ile aldatmasın.”[16]

 

  • ALLAH'IN (CC) RIZASINI VE SEVGİSİNİ KAYBETMEKTEN KORKARLAR:

 

İçli ve derin bir Allah (CC) sevgisine sahip olan müminler bu sevgiyi besleyen en önemli duygunun yine içli, derin ve saygı dolu bir korku olduğunu gayet iyi bilirler. Allah (CC) sevgisinin tarifsiz manevi hazzını tadan müminler, Allah’a (CC) karşı bir hata ya da kusur işleyerek en çok sevdikleri varlığın sevgisini ve hoşnutluğunu, dostluğunu kaybetmekten çok korkarlar.

 

Allah (CC) korkusu aynı zamanda Allah (CC) sevgisinin de kaynağıdır. Çünkü Allah (CC) sevgisi ancak Allah’a (CC) yakınlaşmakla, Allah’la  (CC) içli ve samimi bir bağlantı içine girmekle gerçekleşir. Allah’a (CC) yakınlaşmak ise O’nun (CC) sevgi ve rızasını kazanmakla, yani O’nun (CC) sınırlarını korumakla ve O’nun (CC) emirlerini yerine getirmekle mümkündür. Bu ise Allah (CC) korkusu olmadan elde edilebilecek bir durum değildir. Çünkü Allah’tan (CC) korkmayan bir insanın nefsi, onu sürekli olarak Allah’ın (CC) razı olmadığı şeyleri yapmaya, razı olacağı şeylerde ise ihmal ve gevşeklik göstermeye sürükler. Bu yüzden Allah (CC) rızasını kazanmanın yegane yolu Allah (CC) korkusudur. Bu, Allah’ın (CC) koyduğu bir kanundur. O halde Allah’tan (CC) gereği gibi korkmadan O’nun (CC) sevgisini ve rızasını kazanacağını sanmak büyük bir cahillik ve aldanış olacaktır.

 

Her şeyden önce Allah (CC) kendisinden korkmalarını insanlara emretmiştir. Bu yüzden, Allah’ın (CC) bu emrini göz ardı edip, yalnızca Allah’ı (CC) sevmenin yeterli olduğunu söylemenin hiçbir mantığı olamaz. Allah’tan (CC) korkmadığı halde O’nu (CC) sevdiğini söyleyen bir kimse gerçekte kendini kandırmaktan, vicdanını rahatlatmaya çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Allah (CC) sevgisi dediği şey, kendi ilkel ve yüzeysel bakış açısıyla kafasında kurduğu bir sevgi türüdür. Gerçek Allah (CC) sevgisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Allah (CC) kendisinden korkmasını emrederken, bunun gerekli olmadığını savunan bir insan, ancak kendisini aldatabilir. Bu akılsızca iddianın “oruca, namaza, ibadete gerek yoktur” demekten hiçbir farkı bulunmamaktadır. Böyleleri, sadece Allah (CC) korkusu konusunda değil, Allah’ın (CC) birçok emrini uygulamamak için de çeşitli bahanelere başvururlar.

 

Allah’ın (CC) dünyada da Karşılık Verebileceğini Bilirler Kuran’da, Allah’ın (CC) kimi insanları işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırmasıyla ilgili pek çok örnek aktarılmıştır. Allah (CC) kendilerine birçok fırsat verdiği halde inkarda direnen insanlar yaptıklarının karşılığını daha dünyadayken almışlar ve insanların gözleri önünde birer ibret kılınmışlardır.

 

Bu ibret kılınma, kendisine Allah (CC) tarafından büyük bir mülk ve hazine verildiği için şımaran ve büyüklüğe kapılan Karun’un kıssasında özellikle vurgulanır. İnsanlar önce güç sahibi sandıkları Karun’a büyük bir hayranlık duymuşlar ama sonra Allah’a (CC) karşı korkusuzca büyüklenmesinden dolayı uğradığı sonu görünce gerçeği anlamışlardır. Karun azgınlığının karşılığını kimsenin hiç ummadığı bir zamanda, görülmemiş bir şekilde almış ve insanlara büyük bir ibret olmuştur: “Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir’ dediler.”[17]

 

“Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a (CC) karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah (CC), kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah (CC), bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz’ demeye başladılar.”[18]

 

Kuran’ın genelinde vurgulanan ve Karun kıssasında da özel olarak dikkat çekilen nokta, Allah’ın nice görkemli, güç sahibi toplulukları dünyada azaplan-dırması ve bununla insanlara Allah’ın azabından kendilerini koruyamayacaklarını göstermesidir. Bu gerçek başka birçok ayette bildirilmiştir: “Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler…”[19]

 

“... Bilmez mi ki gerçekten Allah (CC), kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır…”[20]

 

“Onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler.”[21]

 

Mümini diğer insanlardan farklı kılan şey tüm bunların şuurunda olup Allah’tan (CC) içi titreyerek korkması ve sakınarak hareket etmesidir. Bir hata ya da günah işlediğinde Allah’ın (CC) o anda bunun karşılığını vermeyeceğinden emin olamayacağı için hemen Allah’a (CC) yönelip tevbe eder Allah’tan (CC) bağışlanma diler ve pişmanlığını dile getirir.

 

Mümin, Allah’tan (CC) çok korkar ama bununla birlikte Allah’ın sonsuz merhametine de güvenir. Bu, sadece ahireti düşünmenin getirmiş olduğu bir duyarlılıktır.

 

Allah (CC) Kuran’da bunun tam tersinden yani kendilerine Allah’ın (CC) azabının geldiğini gördükleri halde hiç üstlerine kondurmayan ve aynı tavırlarını devam ettiren insanların durumundan şöyle bahseder: “Derken, onu (azabı) vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri zaman, ‘Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur’ dediler. Hayır, o kendisi için acele ettiğiniz şeydir. Bir rüzgar, onda acı bir azab vardır. Rabbinin (CC) emriyle herşeyi yerle bir eder. Böylece meskenlerinden başka, hiçbir şey(leri) görünemez duruma düştüler. İşte biz, suçlu-günahkar bir kavmi böyle cezalandırırız.”[22]

 

Sonuç olarak Kuran’a baktığımızda görüyoruz ki yapılan hiçbir kötülük ve günah — tevbe edilip vazgeçilmediği sürece — Allah’ın (CC) yüce adaletinin gereği, karşılıksız kalmamaktadır. Ama bu karşılık, kimi zaman dünyada insanlara erişmekte, kimi zaman da hesap gününde ortaya çıkmaktadır. Nankörlük edip de yaptıklarından vazgeçmeyenlerin Allah’ın (CC) kendilerini bir anda yakalayabilecek azabından asla güvende olmamaları gerektiği Kuran’da şöyle bildirilmiştir: “Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız.    Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız.”[23]

 

Bir insan sorumsuzca bir yaşam süremez. Çünkü insan başıboş değildir. Allah’a (CC) karşı sorumludur. Bunu reddederse çok şiddetli bir karşılık görür. Tüm güç Allah’ın (CC) elindeyken böyle bir cürette bulunmak o kişinin Allah’ın (CC) kadrini hakkıyla takdir edememesinden başka bir şey değildir. Çünkü Allah (CC) dilese o anda kişiden tüm nimetlerini çekip alabilir. Allah (CC) ayetlerinde insanlara, ellerindeki her türlü nimetin bir anda alınabileceğini şöyle hatırlatmıştır: “Eğer dilemiş olsaydık, gözlerinin üstüne bastırır-kör ederdik, böylece yola dökülüp-koşuşurlardı. Fakat nasıl göreceklerdi ki? Eğer dilemiş olsaydık, oldukları yerde (en görkemli çağlarında) onları bir başka kalıba sokardık; böylece ne ileri gitmeye, ne geri dönmeye güç yetirebilirlerdi.”[24]

 

Gerçek budur, insan sahip olduğu herşeyi, aldığı her nefesi, yaşadığı her anı Allah’a (CC) borçludur. İşte müminler bu gerçeklerin farkında olduklarından Allah’tan (CC), Yüce Allah’ın (CC) sınırlarını aşmaktan daimi bir korku duyarlar.

www.GAVSULAZAM.de


[1] Rahman S. A.46

[2] Fatır S. A.28

[3] İbrahim S. A.14

[4] Mearic S. A.26-28

[5] Secde S. A.16

[6] Zümer S. A.15-16

[7] İsra S. A.60

[8] Kıyamet S. A.34-36

[9] Zümer S. A.71-72

[10] Zuhruf S. A. 77

[11] Cin S. A.15

[12] Furkan S.A.65

[13] Fatır S. A.37

[14] Enbiya S. A. 49

[15] Hicr S. A.2

[16] Lokman S.A.33

[17] Kasas S.A.79

[18] Kasas S. A.81-82

[19] Rum S. A.9

[20] Kasas S. A.78

[21] Meryem S.A.74

[22] Ahkaf S.A.24-25

[23] İsra S.A.68-69

[24] Yasin S.A.66-67

© 2003-2005    www.GAVSULAZAM.de    Her Hakkı Mahfuzdur...