“De ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir?’ Onlar: ‘Allah (CC)’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?’.” (Yunus S. A.31)

Allah’ın (CC) yukarıdaki ayetinde açıkça belirttiği gibi yüzeysel bir inanca sahip olan insanlar, kendilerine sorulduğunda Allah’a (CC) inandıklarını söyledikleri halde içlerinde samimi bir Allah (CC) korkusu taşımazlar. Bunun en gözle görülür delili ise, Allah’tan (CC) korkan bir insanın O’ndan (CC) sakınması ve her tavrının Kuran ahlakına uygun olması gerekirken, bu insanların ne hal ve tavırlarında ne de konuşmalarında Allah’tan (CC) korktuklarına ya da sakındıklarına dair bir alamet görülmemesidir. Bu tutumlarının altında yatan belli başlı nedenler vardır.

 

  • ALLAH’I (CC) GEREĞİ GİBİ TAKTİR EDEMEMELERİ:

 

Toplumun genelinde kulaktan dolma bir din anlayışı yaygındır. Bu yüzden çoğu insan Allah’ı (CC), dinin gerçek kaynağında, yani Kuran’da bildirilen sıfatlarıyla, özellikleriyle tanımaz. Dolayısıyla O’nu (CC) gereği gibi de takdir edemez. Oysa Allah (CC) bize kendisini, Kuran’da en doğru ve açık bir biçimde tanıtmıştır.

 

Çoğu insanın Allah (CC) hakkında bildikleri ailelerinden, akrabalarından ya da sağdan soldan duyduklarından ibarettir. Bunun bir sonucu olarak da herkesin Allah (CC) hakkındaki düşüncesi farklı farklıdır. İşin ilginç yanı insanların büyük bir kısmı, o güne kadar çevrelerinden duyduklarının ve öğrendiklerinin yanlış veya eksik olabileceğine ihtimal vermez. Verse de doğrusunu araştırmayı ve öğrenmeyi önemli görmez. Bu ise onları Cehennemle sonlanabilecek büyük bir yanılgıya sürükleyebilir. Çünkü Allah’ı (CC) tanımamak, beraberinde O’nun (CC) pek çok sıfatının sonucundan da habersiz olmayı getirir.

 

Bu tür insanlar Allah’ı (CC) genelde affeden, yardım eden, rızık veren, lutfeden, nimet veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah’ın (CC) intikam alan, azap veren, cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatlarının kapsamını bilmezler; Allah’ı (CC) bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına bakacak olan yönlerini akıllarına getirmezler. Allah’ın (CC) bazı sıfatlarını ismen bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler. Ya da Allah’ın (CC) birçok sıfatını tek yönlü düşünüp, bu sıfatların kendilerini de kapsayacağını düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık yapıldığında Allah’ın (CC) sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın cezasını vereceğini düşünürler. Fakat Allah’ın (CC) ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse kendilerinin de Allah’ın (CC) azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.

 

İnsan Allah’a (CC) kul olsun diye yaratılmıştır ama bu yaratılış amacını reddederse, mutlaka karşılığını görür. İşte böyle büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki, cehennem de bu adaleti yerine getirmek için vardır. Yaratılmış en kötü mekan olan Cehennem, insanın hayal gücünün alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Bu azap Allah’ın (CC) şanına yakışır bir şekilde yaratılmıştır ve dünyada mümkün olan en büyük acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.

 

İşte bahsettiğimiz türden insanlar, vicdanlarına uymamalarından kaynaklanan gaflet ve şuursuzlukları nedeniyle Allah’tan (CC)  korkup sakınmazlar. O’nun (CC) gücünü ve kudretini, heybet ve  azametini gereği gibi  algılayamaz, O’nun (CC) makamından ve büyüklüğünden, O’nun (CC) gazabına maruz kalmaktan içleri titreyerek korkmazlar. Dolayısıyla Allah’ın (C) rızasını kazanmaya ve O’nun (CC) emirlerini ellerinden gelenin en fazlasıyla yerine getirmeye çalışmazlar. O’nun (CC) yasaklarına uymaz, sınırsızca bir yaşam sürerler. O’nun (CC) verdiği nimetler karşısında gereken saygı ve şükrü yerine getirmez, Allah’a karşı sürekli bir nankörlük içinde bulunurlar. Sonuçta ise bu dünyada korkusuzca geçirdikleri yaşamlarının bedelini, korku ve azap içinde geçirecekleri sonsuz hayatlarıyla öderler. Çünkü tüm bunlar Allah’a(CC)  karşı işlenmiş suçlardır ve buna uygun da karşılıkları vardır.

 

  • İNKARCILARIN YANLIŞ AHİRET İNANCI:

 

Cahiliye toplumundaki pek çok insan, Allah’ı (CC) gereği gibi tanıyıp takdir edemediği gibi, Cennet ve Cehennem hakkında da pek çok eksik bilgiye ve batıl inanışa sahiptir. Bu kişiler dünya hayatından istedikleri kadar yararlanıp, Allah’a (CC) isyan edip, bunun karşılığında da Cehennemde kısa bir süre kalacaklarını, daha sonra affedileceklerini zannederler. Ama kendilerini bekleyen son, tahmin ettiklerinden çok daha acıdır. Çünkü Cehennem kendilerine yapılan uyarıları dinlemeyen azgın inkarcılar için sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah (CC) Cehennemin inkarcılar için yaratıldığını ve inkarda direnen kişiler için geriye hiç-bir dönüş olmadığını vurgulamaktadır:

 

“Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.”[1]

 

Kaldı ki cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir insanın Cehennem azabı gibi bir azabı göze alabilmesi mümkün değildir. Cehennem, Allah’ın  (CC) “Kahhar” (kahreden) sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Bir damla kaynar suya, anlık bir gerilime, biraz açlığa, karanlığa, soğuğa dayanamayan aciz insanın, ferah ve umursuz bir şekilde böyle bir azabı göze aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir göstergesi olabilir. Kendince Allah’ın azabını hafife alan, rahatlıkla karşılayan bir kimse, işte baştan beri bahsettiğimiz Allah’ın (CC) kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.

 

  • DÜNYADA KENDİLERİNE TANINAN SÜREYE ALDANMALARI:

 

Allah (CC) dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak insanlara süre tanır. Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara uyarılar gönderir ve çeşitli fırsatlar verir. İşte cahiliye insanlarının Allah’tan (CC) gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir başka sebep de budur. Yani bu insanların yaptıklarının karşılığını o an görmemeleridir. Çünkü genelde insanlar karşılığını hemen akabinde alacakları konularda son derece hassastırlar. Şöyle bir örnek üzerinde düşünelim:

 

Büyük bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli bir sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine getirmediği takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi nasıl bir gayret ve dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği kaybı bildiği halde bu işte herhangi bir gevşeklik ya da rehavet içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır. Bu kaybı asla göze almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi yapacak, hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi kendisini sıkıntıya sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı tür insanlar acaba bunların hepsinden daha gerçek olan  Allah’a (CC) hesap vermeleri konusunda aynı korkuyu yaşarlar mı? Büyük çoğunluğu yaşamaz. Çünkü bu insanlar ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.

Oysa bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle açıklanır:“Eğer Allah (CC), kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah (CC) kendi kullarını görendir.”[2]

 

Bu insanlar Allah’ın (CC) razı olmayacağı bir şey yaptıklarında, o anda “başlarına taş yağması” gibi bir azap gelmesini bekler sonra da “nasıl olsa bir şey olmuyor” mantığı ile taşkınlıklarına devam ederler. Bu sapkın mantığa her dönemde yaşayan cahiliye toplumu insanlarında rastlanır ve Allah (CC) onların bu cahilce düşünce yapılarını bize şöyle haber verir:

“…Ve kendi kendilerine: ‘Söylediklerimiz dolayısıyla Allah (CC) bize azap etse ya.’ derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir.”[3]

 

İman etmeyen ya da üstün körü bir inancı olan çoğu insan bu sapkın bakış açısına sahiptir. Oysa, yaptıklarının karşılıksız kalacağını ve bundan dolayı da kendilerinin son derece uyanık olduklarını düşünen bu insanlar, aslında bu azaba bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş sürüklenmektedirler: “Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.”[4]

 

Allah’ın (CC) ayetlerde bahsettiği, açıkça görülebilen azaplar olabileceği gibi gizli azaplar da her an insanı kuşatabilir. Öyle ki bu azap insanı daha dünyadayken de kuşatabilir. Örneğin kişi Allah’ın (CC) razı olmadığı bir tavrı ya da ahlakı sürdürürken, amansız bir hastalık kendisini içten içe sarıyor olabilir. Mutlaka fiziksel olması da gerekmez, Allah’ın (CC) insanın kalbine vereceği bir korku, sıkıntı bile o kişiye bulunduğu ortamı dar getirmeye yeter. Nitekim Allah (CC) ayetlerinde korkunun bir ceza türü olduğuna dikkat çekmiştir:“…Böylece Allah (CC) yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.”[5]

 

Hiçbir insan, Allah’ın (CC) hoşnut olmadığı bir hareket tarzı içindeyken üzerinde kendisine ansızın isabet edebilecek bir bela dolaşmadığından emin olamaz; Allah’ın (CC) hiçbir azabından güvende olamaz. Allah (CC) bu gerçeği ayetinde haber vermiştir: “O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorluazabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah’ın (CC) tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın (CC) bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.”[6]

 

Aynı uyarı şu ayetlerde de geçer:“Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız.”[7]

 

Unutmamak gerekir ki insan acizlik içinde olan, Allah’a (CC) sonsuz derecede muhtaç bir varlıktır. İmtihan ortamı içinde tüm zorluk ve sıkıntıları ancak Allah’a (CC) dayanarak ve O’ndan (CC) güç alarak göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah’tan (CC) korkmayanlar, gizli açık tüm bu azap ve belalarla baş etmek durumundadırlar ki insan yaratılış olarak buna dayanabilecek güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki, gerekse ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah’tan (CC)  elinden geldiği kadar korkmak ve bu bilinçli tavır üzere bir yaşam sürmektir.

 

  • AZAP GÖRECEKLERİN YALNIZCA ÇOK AZGIN KİŞİLER OLDUĞUNU DÜŞÜNMELERİ

 

İnsanların birçoğu ölümlerinden sonra Allah’ın (CC), kendilerini yaşadıkları hayattan hesaba çekeceğinden ve bu hesabın sonucunda Cennete ya da cehenneme sevkedileceklerinden haberdar oldukları halde ahiretleri için bir hazırlık yapmazlar. Nitekim bu insanların, ahiretin varlığına inandıklarını iddia ettikleri halde, iman etmeyenlerden pek de farklı bir yaşantıya sahip olmadıkları ve bundan da hiçbir tedirginlik duymadıkları görülür. İki tarafın da yaşam tarzları, tavır ve davranışları, hırsları, tepkileri neredeyse birbirinin aynıdır. Aradaki tek fark birinin müslüman olduğunu iddia etmesi, diğerinin ise böyle bir iddiasının olmamasıdır.

 

Hem Kuran’a inandığını iddia eden hem de iman ettiği kitabın hükümlerine uymayan bu insanların rahatlıklarının sebebi, kalplerinin temiz olduğu, zaten hiçbir kötülükte bulunmadıkları iddiasında olmalarıdır. Dolayısıyla bunun temelinde yatan inanç da, kendilerinin Cehenneme gidebileceklerine asla ihtimal vermemeleri, başka bir deyişle Cennete gideceklerini kesin olarak görmeleridir.

 

Bu inancın bir özelliği de Cehenneme gidecek olan insan modelini kendi mantıklarına göre belirlemiş olmaları ve diğer insanları da Cennet ehli ilan etmeleridir.

 

Onlara göre Cehennemlik olan insanlar, çoğunlukla televizyonda seyrettikleri ve gazetelerde okudukları katiller, hırsızlar, teröristler ve insanlara zarar verme peşinde koşan dengesiz kişilerdir. Bunun dışında kalanlar ise hemen her günahlarının affedileceğini sandıkları, halkın arasında çoğunluğu oluşturan sıradan insanlardır. Kendi aralarında belirledikleri bu ölçüler, adam öldürmediklerine, hırsızlık yapmadıklarına ve terörist de olmadıklarına göre, kendilerinin Cennet halkından oldukları zannını doğurur. İşte kendilerini müslüman kabul ettikleri halde; her türlü günahı işleyebilmelerinin, ibadet etmemelerinin, Kuran’ı yaşamamalarının ve Allah’ın (CC) sınırlarından uzak bir hayat sürebilmelerinin ve bundan da hiçbir korku ve tedirginlik duymamalarının altında yatan sebep budur. Yani bunların hiçbirinin Cehenneme gitmek için bir sebep teşkil etmediği zannına kapılmaları… Oysa ki bu kendilerini ateş çukuruna sürükleyen korkunç bir yanılgıdır.

 

İçlerinde Allah (CC) korkusu taşımayan cahiliye insanlarının müslümanlık adına türettikleri kurallar, Kuran’ın hükümlerinden çok farklıdır. Örneğin, Kur’an’a göre çok önemli olan ve Allah’ın (CC) uyulmasını kesin emrettiği bir konu, kendi yüzeysel mantıklarına göre o kadar da fazla önemi olmayan, üzerinde durulmayacak bir konu olarak değerlendirilir. Böylece, kendi uydurdukları dinin ölçüleri kendilerine, Allah (CC) korkusundan tamamen uzak bir hayat modeli sunar. Allah (CC) bir ayetinde bu insanların bozuk mantığına şöyle dikkat çekmiştir: “De ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: ‘Allah (CC)’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?’.”[8]

 

Bütün ömrü boyunca kendi bildiği dini uygulayan ve böylece gerçek dinin hiçbir hükmünü yerine getirmeyen üstelik de bu şekilde cennete gireceklerini iddia eden bu tür kişiler büyük bir aldanış içinde yaşantılarını korkup sakınmaksızın geçirirler. Fakat her ne kadar kendilerini kandırsalar da vicdanları her fırsatta kendilerine gerçeği hatırlatır. Kuran’ın gerçekleriyle karşılaşıp koskoca bir ömrü günahlarla ve yanlışlarla geçirdiklerini öğrenmek istemedikleri için kendilerine gerçek dini anlatan kişileri de kesinlikle dinlemek istemezler. Bu konu üzerinde düşünmemek için bilinçli olarak başka konularla dikkatlerini dağıtırlar. Başka bir deyişle, korkmalarına sebep olacak bir konu geçtiğinde ya da akıllarına bir düşünce geldiğinde bunu hemen örtbas ederek eski rahatlıklarına, gafletlerine geri dönmek isterler. Allah’ı (CC), O’nun (CC) tehdidini, O’nun (CC) azabını akıllarına getirmekten, diğer bir deyişle Allah (CC) korkusundan sürekli bir kaçış içindedirler. Halbuki bu çok büyük bir akılsızlıktır. Çünkü bu kaçış onları kendilerini bekleyen korkunç sondan kurtaramayacaktır.

 

  • “ALLAH (CC) NASIL OLSA AFFEDER” ŞEKLİNDEKI DÜŞÜNCELERİ:

 

“Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)nın geçici-yararını alıyor ve: ‘Yakında bağışlanacağız’ diyorlar…”[9]

 

Ayette de dikkat çekildiği gibi insanların bir kısmı Allah’ın (CC) isteklerine uygun bir hayat sürmemelerine rağmen yine de Allah’ın (CC) kendilerini affedeceği düşüncesindedirler. Kuşkusuz bunun en temel sebebi Allah’ın (CC) sıfatlarını, adaletini takdir edememeleri ve olayları Kuran mantığından uzak bir şekilde değerlendirmeleridir. Elbette ki Allah (CC) affedecidir ve tüm kullarına daima tevbe kapısı açıktır. Fakat bunun şartının ne olduğunu Allah (CC) Kuran’da şöyle bildirmiştir: “Allah’ın (CC) (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah (CC) bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe, ne kötülükleri yapıpedip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır.”[10]

 

Ancak Allah (CC) korkusundan uzak olan insanlar gizli-açık sürekli uyarılmalarına, hakkı bilmelerine rağmen “nasıl olsa Allah (CC) affeder” gibi çarpık bir mantıkla günahları üzerinde ısrarlı davranırlar. Oysa bu, şeytanın insanları aldatmaya çalıştığı konulardan biridir. Şeytan böyle bir kandırmaca ile insanları her türlü günaha ve sahtekarlığa peşi sıra sürükler.

 

Dahası Allah (CC) bir başka ayette, “Şüphesiz Rablerinin (CC) azabından emin olunamaz.”[11] ifadesiyle insanlardan hiç kimsenin böyle bir garantisinin olmadığını açıkça belirtmiştir.

 

  • KENDİLERİNİ CENNETE LAYIK GÖRMELERİ:

 

Kuşkusuz, Kuran’dan uzak çarpık bir din anlayışının doğurduğu ahiret inancı da çarpık olacaktır. Nitekim cahiliye insanlarının büyük bir bölümünün ortak özelliği kendilerini Cennet ehli olarak görmeleridir. Birçoğunun öldükten sonra, yaptıklarından sorguya çekileceğine pek kanaati yoktur. Kendilerince şayet böyle bir ihtimal olsa bile, yine de iyi bir sonuçla karşılaşacaklarını düşünür ve böylece kendilerini kandırıp rahatlatırlar. Allah (CC) bu garip kendinden eminliğe Kuran’da bir bağ sahibinden örnek vererek dikkat çekmiştir. Ayetlerde bildirildiğine göre, Allah’tan (CC) korkmayan bağ sahibi malca zengin olmasından kaynaklanan, kendinden son derece emin bir şımarıklık içindedir. Bahçesinin verimli olması ve görünümünün güzelliği onun kendine olan güveninin temel dayanağıdır.

 

Bağlarının güzelliğini ve bereketini gördüğünde güçlü olmak için Allah’a (CC) ihtiyacı olmadığı zannına kapılmış ve kendinden son derece emin ve küstah bir üslup kullanarak şöyle demiştir:

“Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): ‘Bunun sonsuza kadar kuruyup yok olacağını sanmıyorum’ dedi. ‘Kıyamet saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime (CC) döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım’.”[12]

 

İşte bu bağ sahibi, aslında, ahireti ve hesap gününü akıllarından çıkararak her türlü taşkınlığı ve sınır tanımazlığı işleyen, daha sonra da sonsuza kadar yok olma ya da “bir ihtimal” cehenneme gidip yanma düşüncesinin dehşeti karşısında, nasılsa Cennete gideceği avuntusuyla kendisini kandıran günümüz insanına da bir örnektir. İşine gelmediği anda kıyamet saatini inkar eden, işine gelince de Cennetlik olduğunu düşünen bu şuursuz çifte standart zihniyete sahip olanların elbette ki içlerinde en küçük bir Allah (CC) korkusuna bile yer yoktur.

 

  • ALLAH’I (CC) SEVDİĞİNİ SÖYLEMEYİ YETERLİ SANMALARI:

 

İnsanların Allah’tan(CC)  sakınmamalarının ve gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir başka sebep de, Allah’ı (CC) sevdiklerini söylemeleri fakat bu konuda samimi davranmamalarıdır. Çünkü gerçek sevgi beraberinde saygıyı ve Allah’ın(CC)  beğenmediği şeylerden sakınmayı da getirir. Fakat ilginç olan, bu insanların yaşamlarına ve hareket tarzlarına bakıldığında buna dair hiçbir alamet görülmemesidir. Çünkü samimi olarak Allah’ı (CC) seven bir insan herşeyden önce O’nun (CC) sınırlarına son derece titizlik gösterecek, O’nun (CC) sevip beğendiği şeyleri sevecek, beğenmediği, kınadığı, sakındırdığı şeylerden şiddetle sakınacaktır. Bu sevgisini, ölene dek yaşamının tüm detaylarında O’nun (CC) rızasını arayarak, O’na (CC) olan derin saygısı, güveni, boyun eğiciliği ve sadakatiyle gösterecektir. Yoksa bunun dışında sadece sözlü olarak sevgi iddiasında bulunmak fakat buna rağmen Allah’ın (CC) sınırlarını aşarak pervasızca bir yaşam sürmek, kuşkusuz samimiyetten son derece uzak bir tavır olacaktır. Ve elbette ki bu samimiyetsizlik karşılıksız kalmayacak, kişi olabilecek en büyük hüsrana uğrayacaktır.

 

Şu nokta çok önemlidir: Allah’ın (CC) hükümleri son derece açıkken ve Cehennemin varlığı kesin bir gerçekken,bir insanın sadece sözlü bir sevgi ifadesini yeterli görmesi, kendini temize çıkarıp vicdanını rahatlatmaktan başka bir amaç taşımaz. Bu ise Kuran mantığı ve ruhuyla taban tabana zıt bir tutumdur.

 

  • CAHİLİYE KORKUSU İLE KORKMALARI:

 

Allah (CC) insanın her türlü halini, kusurlarını, aklından geçenleri, dualarını bilmektedir. O halde yapılması gereken şey Allah’a (CC) samimiyetle yönelip O’nu (CC) dost edinmektir. Allah’a (CC) karşı duyulması gereken içli korku, insanı teslimiyetli ve güzel ahlaklı hale getirerek onu Allah’ın (CC) sevgisini kazanmaya, Allah’a (CC) yakınlaştırmaya yarayan bir teşviktir.

 

Cahiliye insanlarının korkuları ise daha farklıdır. Onların duydukları korkular geçicidir. Bir sıkıntıyla karşılaştıkları zaman Allah’ın (CC) azabını hatırlar, onunla karşılaşmaktan korkarlar. Ama Allah (CC) bir deneme olarak onları kurtardığında tekrar eski inkarlarına geri dönerler. Kuran’da bu konuyla ilgili şöyle bir örnek verilmiştir: “Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur (CC). Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na (CC) ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a (CC) dua etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız.’ Ama (Allah CC.) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.”[13]

 

Görüldüğü gibi cahiliye insanlarının korkuları onlara bir fayda sağlamaz. İman edenlerin aksine, karşılaştıkları olaylardan öğüt alıp düşünmezler. Nitekim Allah (CC) ancak “içi titreyerek korkan”ların öğüt alabileceklerini Kuran’da şöyle bildirmiştir: “Allah’tan (CC) ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. ‘Mutsuz-bedbaht’ olan O’ndan (CC) kaçınır.”[14]

 

İşte cahiliye insanları yukarıdaki ayetlerde bildirilen ikinci gruptandır. Yani Allah’a (CC) karşı derin ve içli bir korku duymadıkları için karşılaştıkları olaylar onları doğruya ulaştırmaz. Allah (CC) Kuran’da bu insanların tutumunu daha pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir: “De ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?’ ‘Allah’ındır (CC)!’ diyecekler. De ki: ‘Yine de öğüt alıpdüşünmeyecek misiniz?’ De ki: ‘Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?’ ‘Allah’ındır (CC)!’ diyecekler. De ki: ‘Yine de sakınmayacak mısınız?’ De ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Her şeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O (CC), koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor.’ ‘Allah’ındır (CC)!’ diyecekler. De ki: ‘Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?’ Hayır, biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar.”[15]

www.GAVSULAZAM.de


[1] Nebe S. A.21-23

[2] Fatır S. A. 45

[3] Mücadele S. A.8

[4] Araf S. A.182

[5] Nahl S. A.112

[6] Araf S. A.97-99

[7] İsra S. A.68-69

[8] Yunus S. A.31

[9] Araf S. A.169

[10] Nisa S. A.17-18

[11] Mearic S. A.28

[12] Kehf S. A.35-36

[13] Yunus S. A.22-23

[14] A’lâ S. A.10-11

[15] Müminun S. A.84-90

© 2003-2005    www.GAVSULAZAM.de    Her Hakkı Mahfuzdur...