Nefsiyle mücahede edenlerin,
bu yolun hakikatini arayanların aşağıda belirtilen on esasa uyması gerekir.
Bunlara uyanlar, nefislerine hakim kimselerdir. Bu sebeple en güzel şeylere
kavuşurlar.
Birincisi: Allah (CC) adına yemin etmek.
Bu yemin, ister doğru isterse
yanlış olsun; ister kasten isterse sehven olsun yapılmamalı. Yemin etmeyi adet
edinmeyene nur yolu açılır; adet edinen zararını mutlaka görür. Yemini az
olanın, gayreti çoktur. Arkadaşları arasında sevilir. Allah (CC) tarafından
kalbine nur kapısı açılır. Bu nurla herkes tarafından seçilir. Gören sever.
Düşmanları ondan korkar.
İkincisi: Yalandan sakınmak.
Yalan söylemek yakışmaz.
Bilerek veya bilmeyerek söylenecek tek yalan, hayli zararlara yol açar. Yalan
söylememeye alışanın kalbi nurla dolar. Bilgisi artar. İşlerine böyle devam
ederse zaman olur ki sanki hiç yalan bilmezmiş gibi olur; bu yüzden herkesin
sevgisini kazanır. Başkasından yalan işitse dahi ayıplamalı. Başkasının
yalanına mani olmak da iyidir. Bunu yapmalı; yalan söyleyenleri bıraktırmak.
Üçüncüsü: Hiç kimseye bir vaadde bulunmamak.
Herkese vaadde bulunmak
hatadır, doğru değildir. İnsan elinde olmayan sebepten vaadini yerine
getiremez, yalancı olur. Herhangi bir vaadde bulunan kati söz vermemeli.
Vaadini inşaAllah gibi sözlerle
bitirmelidir.
Bu adeti yerine getirenler
cömert olur. Allah (CC) tarafından haya perdesine bürünür. Doğru insanların
yanında çok sevilir. Allah’ın (CC) sevgili bir kulu olur. Derecesi yüce olur.
Dördüncüsü: Yaratılmışlara lanet okumamak.
Lanet etmek yerinde olmaz. Ne
kimseye lanet ne de bir şeye eziyet yakışmaz. Bunlar, iyilerin huyundandır.
Bunun sonu çok kıymetlidir. Kimse için kötü dil kullanmayanın hayatı emniyet
içindedir. Dünyası selamet, ahireti ise azıklıdır. Güçlük görmez. Çünkü kendisi
kimsenin kötülüğünü istememiştir. Kulların saygısı, Allah’ın (CC) rahmeti onun
için olur.
Beşincisi: Beddua etmemek.
Kendine kötülük edilse bile
kimseye beddua yakışmaz. Kendisine yapılan her kötü söz veya kötü işe karşılık
olarak beddua etmek hiç de iyi sayılmaz.
Beddua etmemeyi adet haline
getiren en yüce makamlara erer. Huyunu bununla bezeyen dünyada sevilir, halkın
kalbinde sevgisi olur. Herkes davetine icabet eder. Halk arasında efendi olarak
bilinir.
Altıncısı: İslam kıblesine yönelip namaz kılan için küfür ve nifak hükmü
vermek.
Bu hali benliğine sindiren
ilahı rahmete yakındır. En büyük fazilet derecesine ulaşmış olur. Bu,
Peygamberimizin (SAV) sünnetine uymak için seçilen en iyi yoldur.
Müslümanlardan hiçbiri için kötü hüküm vermeyenin manevî duygusu gelişir,
azaptan emin olur. Allah’ın (CC) rızasına kavuşur. Bu, her iman sahibinin elde
etmesi gereken en büyük fazilettir. Bütün insanlar bu huy sahibine merhamet
hissi duyarlar.
Yedincisi: Kötülüklere bakmamak ve duyguları korumak.
Bunlar, iman sahibinin en
başta yapması gereken iştir. Bunun mükafatı dünyada da görülür. Öbür alemde ise
elde edeceği güzelliğin sonu yoktur. İnsanlar için en zor iş budur. Allah (CC) bizleri
bu yolda başarıya ulaştırsın. Bu güzel huyları yapmayı bize ihsan eylesin.
Kalbimizden kötü isteklerin çıkmasına bizim için yardımcı olsun.
Sekizincisi: İnsanların hiçbirine işini gördürmemek.
Bu
iş veya o iş gören; ister büyük ister küçük olsun.
İnsan için asıl lazım olan
insanların işini almak. Onların dertlerini bitirmek. Onlardan her türlü yardım
isteğini kısmak. Bu hal Allah’a (CC) kulluk eden için en güzel iştir. İttika
yolunu tutan kimse için şart ve bir yoldur. Esasen kötülüğü yasak etmek;
iyiliğe teşvik için bu yolun kesin olarak benimsenmesi gerekir. Çünkü bu halde
insanlar göze eşit olarak görünür. Bu yol seçilmeye niyet edilirse Allah (CC) yardım
eder. Yolun tamamen Hakk (CC) tarafına döndüğünü görenin imanı daha da artar.
Hakikat karşısında insanlar arasında seçme yapmaz. İman izzetini ve servetini
koruma yönünden bunları yapmak zorundadır. Çünkü ihlas kapısı buradan açılır.
Dokuzuncusu: İnsanların elinde bulunan her şeyden ümidini kesmek.
Bu da insan için önemlidir.
Şerefin korunmasına yardımcıdır. Bu hal özel bir gönül zenginliğidir. Bu halin
benimsenmesi şereftir. Temiz bir imanı gösterir. Gönül hastalıklarına şifa olan
tevekküle, Allah’a (CC) güvenmeye götürür.
Bu hal, Allah’a (CC) götürür.
Bu hal, zühd yoludur. En küçük kötülük dahi olsa bu yola girenden çıkmaz. Bu,
Allah’ına (CC) tam güveni olanların benimsediği adettir.
Onuncusu: Tevazu sahibi olmak.
Şimdiye kadar yazdıklarımızın
en önemlisi budur. Bir adam ibadet mi ediyor, tevazu lazım. Allah (CC) katında
derecesinin yükselmesini mi istiyor, tevazu yolunu tutması gerek. Halk arasında
sevilmek, manevî makamının büyümesini temenni etmek için tevazu sahibi olmak
icap eder.
Dünya ve ahiret işlerinin
yoluna girmesi için tevazu yolunun tutulması esastır. Çünkü tevazu huyların
temelidir; güzel huyların kaynağıdır. Tevazu sahibi olmayan hiçbir isteğine
esmez. Kul bununla yaralı kimselerle bağdaşabilir. Ve bununla Allah (CC) rızasına
kavuşması mümkün olur. İman sahibinin açıkta, gizlide tevazu sahibi olması
takva derecesinin onda gelişmiş olmasına işarettir.
Tevazu esas manası ile insanın
her gördüğü şeyi kendinden üstün olduğu veya olacağı inancına sahip olmalıdır.
Her gördüğü kimse için:
- “Belki bu benden daha üstündür. Allah (CC) tarafından benden daha fazla
sevilmiştir…”
Demeli ve bu kanaati benliğine
sindirmelidir. Kendinden küçüğü gördüğünde:
- “Küçüktür, henüz Yaradana karşı gelmemiştir. Halbuki ben Allah’a (CC) isyan
ettim, karşı geldim; bu benden havırlıdır.”
Demeli… Büyük için de şöyle
demeli:
Bir bilgini görürse;
- “Bu bilgindir, benim bilmediğimi biliyor. Bana verilmeyen ona
verilmiştir. Onun bildiğini ben bilmiyorum, o bildiğiyle amel ediyor; bense
cahilim, yapamıyorum.”
Demeli… Cahil bir kimseyi
gördüğü zaman da:
- “O bilmeyerek günah işliyor, ben bilerek yapıyorum; öldüğümüz zaman
bilinir.”
Şeklinde demelidir. Bir
kafirle karşılaştığı zaman da şöyle demeli:
- “Belki dine gelir, imanlı olur. Belki beri günahlarım yüzünden imansız
gidebilirim. Sonumuzun ne olacağı bilinmez…”
- “İşte en büyük iş bu hali almaktır. İnsanın faydalanacağı ilk ve son iş,
tevazudur. Kul bu hali ruhunda duyduğu ve tevazu derecesine çıktığı zaman Allah
(CC) için nasihat izni alır. Herkese nasihat vermeye koyulur. Dünya ve ahiret
işlerine dair bütün üzüntüleri gider. Artık Allah’ın (CC) sevmiş olduğu
insanlardan sayılır. Şeytanın da en büyük düşmanı sayılır. Rahmet kapısına
varmış sayılır artık.”
Son olarak birkaç söz daha
söylemek gerekecek ki bu da kibir üzerine olacak. Bilindiği gibi tevazu kibrin
zıttıdır. Kibirli olanda tevazu olmaz. Bu yüzden kibirli olmak iman sahibine
yaramaz. İnsan bu yolun tam gerçekleşmesini istiyorsa kibir ve kendini beğenme
yolunu bırakması yerinde olur. Eğer kulluk vazifesini bir yeşeren ağaca
benzetirsek onun yetişmesi için kibir bırakılmalıdır. Kendini büyük bilip
beğenmeyi bırakmak her iman sahibine düşen tam bir vazifedir.
İşte… bu sevimsiz hallerin
ortadan kalkması için tevazu yolu seçilmelidir. Tevazu zahidlerin en büyük
şerefidir. Hak yoluna girenlerin işaretidir.
Yukarıdan beri anlattığımıza
şunları da eklemeyi yerinde buluyoruz: İnsan elbette ki bu kadar şeref sahibi
olunca bir makama çıkarılır. İşte o zaman insanı bilmeyerek yıkacak olan şey
dedikodudur. Bu tamamen icapsız ve yersiz iştir. Bilhassa cemaat önünde yersiz
dedikodu yapmak zararlıdır. Allah (CC) saklasın bu durumda olan insan isterse
manen en büyük dereceye yükselsin yıkılması bir an işidir.
Bunları yapmak öyle sanıldığı
kadar kolay değildir. Allah (CC) fazlını, ihsanını üzerimizden eksik etmesin.
Allah (CC) cümlemizi bu iyi
işleri yapmaya muvaffak buyursun. Allah (CC) cümlemizi sözü özü bir olanlardan
eylesin. Ömrümüzün son deminde imanla götürecek her türlü yararlı işi yapmamız
için bize yardımcı olsun. Nefsimizin ve şeytanın şerrinden hepimizi korusun.
AMİN…
Kaynak:
Gavsulazam Abdulkadir-i
Geylani (KSA),
Fütûh-ul
Gayb (Gizliden
Sesler)
|