......................................................................
“Münevvir manasına” Alemleri nurlandıran, istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran
......................................................................

 

 

Türkçesinde de “Nur” dediğimiz bu ismi cemil Kur’an-ı Kerim’de “Allah (CC) göklerin ve yerin nurudur.”[1] “Yer, Rabbinin (CC) nuruyla parladı.[2]” (Zümer 69) ayetlerinde iki defa geçmekte. Kur’an-ı Kerim’de 43 defa geçen bu “Nur” kelimesiyle kastedilen gönüllerin aydınlığını sağlayan Kur’an ve imandır.

Işık bizim görmemizi sağlar. Ak ile karayı, ip ile yılanı, gül ile dikeni, dost ile düşmanı biz aydınlıkta anlarız. Onun için Rabbimiz (CC) gündüzlerimiz için güneş ışığını, gecelerimiz için ayın nurunu yaratmış.

Birde iyiyle kötüyü, hayırla şerri, suçla cezayı, iyilikle mükâfatı belirlemek için “Nur” diye isimlendirdiği kitaplarını indirmiş.

Allah (CC), gökyüzündeki güneşini karartıverse onun ışığının yerini tutacak bir ışığı ve ısıyı insanlık yapamaz. Dünyanın tamamını güneşin içine yakıt olarak atsak, sobaya atılan bir kağıt parçası gibi yok olur gider.

İşte Allah’ın (CC) kitabı da öyle. İnsanlığın hayatından bir çekiliverse güneşin yerini tutsun diye takılan ampuller gibi her an patlamaya hazır insani ışıklarla altı milyar insanın içini ve dışını aydınlatmak mümkün değildir.

Bir güzele, bir çiçeğe, bir denize, bir manzaraya bakınca heyecana kapıldığımızda hemen görüleni ve gören gözü yaratanı düşünüp ona hamd edelim.

Pervane, kelebekler gibi O Nur’un etrafında O’nun (CC)gösterdiği yönde dönelim. Mümin e, kafir e dönüyor ama kafir ters yönde döndüğü için yolun sonu Cehenneme çıkıyor. Cehennemin narını Nur gibi görüyor.

Gönlümüze ve gözümüze nur veren, çocuklarımızı gözümüzün nuru kılan Nur’a iman eden bizler hep aydınlık tarafta olacağız, aydınlatacağız.

Nur, ışık demektir. Işık tarif istemez. Çünkü o gözlüye gizli değildir. Allah-ü Teala (CC) mahsusatı görmek için ışık yarattığı gibi, mahluatı anlayabilmek için de, ışık yaratmıştır. Mahsusatı gösteren ışık, Güneşin ziyası, onu gören de gözdür. Mahlukatı gösteren ışık, iman ve irfan nuru, onu idrak eden de basiret, yani kalb gözüdür.

 

İMAN NURU VE GÜNEŞİN ZİYASI:

Güneş, gökleri ve yeri aydınlatıyor, bu sayede etrafımızdaki eşyayı görüyor, onların biçimlerini, renklerini, nevilerini öğrenip kendilerinden faydalandığımız gibi dağlarda, kırlarda, çöllerde geçeceğimiz yolların selamet taraflarını, tehlikeli bataklıkları veya uçurumları görüp duruyoruz. Demek ki, Allah-ü Teala (CC) güneşi, bize maddiyatımızda faydalı ve tehlikeli noktaları gösteren bir nur olarak bağışlamıştır. Bunun gibi maneviyat aleminde de yine faydalı şeyleri sezmek, tehlikeli noktaları görmek için, iman nuru ihsan buyurmuştur. Allah’ın (CC) insana en büyük bağışlarından biri de, gönlünde uyandırdığı iman güneşidir. Elhamdülillah, bu güneşin nuru sahibinin yüzünü, suratını güzelleştirip letafetlendirdiği gibi, siretini de parlatır, bütün kötü huylardan kurtarır. Çünkü kötü huylardan herbirinin küfre inen bir yolu vardır. Onun için imanla barışamaz. Mesela, başkasının elde ettiği nimetin yok olmasını istemek: Bunu tahlil edersek, hased de Allah-ü Teala’ya (CC) itiraz manası bulunur. Yani hasid, demek istiyor ki, “Ya Rabbi (CC)! Bu nimeti bu adama vermemeliydin; çünkü bu ona layık değildir.” haşa, Allah-ü Teala (CC) vereceği yeri bilememiş demek oluyor ki, bunun küfür olduğunda şüphe yoktur.

İman nuruyla, insanı içinden, dışından kuşatmış olan böyle tehlikeli karanlıklar açılır. Altı, üstü, sağı, solu, önü, arkası nur içinde kalır. Karanlıktan ileri gelen kuruntular dağılır, hakikatlar sezilir, gönüllerde emniyet ve ferahlık nurları doğar. Hakk’tan (CC) gelindiği ve yine Hakk’a (CC) dönüleceği bilinir.

 

İMAN NURUYLA AYDINLANMAYAN GÖNÜLLER NİÇİN MUZTARİPTİR?

Çünkü oralarda bütün kötü huylar toplanır ve bunların herbiri birer diken olur da, sahibine rahat yüzü göstermez. İğneli fıçı işkencesine atılmış gibi daima ıztırap verir. Halbuki şuurlu bir imanın hâkim olduğu kalblere fena huylar giremez; girse bile barınamaz. Bu şuna benzer ki, bir hükümet son derece adil olur, en ufak bir haksızlığa meydan vermez, hudutları üzerinde uyanık ve kahir kuvvetler bulundurur, dışardan hiçbir fenalığın ve fena kimselerin içeri girmesine imkân bırakmaz. O memlekete, yabancı kötüler giremez, girse de yüz bulamaz. Bir hainliğe kalksa başı ezilir. Kaçacak, barınacak kuytu bir köşe arar, fakat en hücra yerleri kaplayan adalet ışığı gözlerini kamaştırır, kalbini daraltır.

Bir de bunun aksini düşünelim: Kudret ve servet itibariyle birbirinden üstün olan insanların birbirlerine tecavüzlerini önleyemiyen, adalet ve insafı yerine getiremiyen, ilim ile adaleti takbih, zulümle cehaleti tervic eden bir hükümet tasavvur edelim. Katil, cani, yankesici, dolandırıcı, zani, ayyaş, kumarbaz hasılı bütün ahlaksız ve kötü insanlar çarçabuk orada toplanır; yüz bulur, söz sahibi, mevki adamı olur. Sonuç: Kaviler zaitlere çullanır, mallar, canlar, ırzlar, namuslar mübah olur. Derken karşılıklı saldırışlarla insanlar birbirini yer, bitirir. Kötü insanlarla dolu bir memlekette barınmak ne kadar güçtür. Orada yaşamak, gecesi gündüzünden, gündüzü gecesinden daha ıztıraplı bir hayattır. İşte bu misalde, insanın bedeni bir memlekete, iyi huylar medeni ve kibar insanlara, kötü huylar, vahşi ve kaba insanlara, iman ile küfür de, hâkim bir kuvvete benzetilmiştir. Kötüler, nuru sevmezler. Çünkü nur bunların ayıbını meydana kor.

Küfrün hâkim olduğu bedenlerde bu suretle korkunç bir karanlık ve kararsızlık, bitmez tükenmez bir ızürap ve üzüntü vardır. İmansızlar - ne kadar neşeli görünmeye çalışsalar da - bunu acı acı duymaktadırlar. Bu haller cehil ve küfür karanlığının bir neticesidir. Bu karanlık, Allah’tan (CC) hidayet erişmezse, ileriye doğru eksilmez, bilakis artar. Öyle ki, hayatin ağır ve ızdıraplı dakikaları, daha ızdıraplı olan kabir karanlıklarına, bu da mahşer karanlıklarına ve nihayet Cehennem karanlıklarına çeker, götürür. Ruh ise karanlıktan hoşlanmaz. Daima nur ister. Bunun için bu fani hayatın mahdut karanlıklarını açmak için birçok masraflara ve külfetlere katlanan bizlerin baki hayatımızın, namütenahi, asırlar sürecek olan karanlıkları hakkında, bir ölü gibi hissiz ve lakayt kalmamız izah edilemez bir gaflet, anlaşılmaz bir sarhoşluktur!


[1] Nur S. A.35

[2] Zümer S. A.69

 
   
 

Yâ Rabbi (CC)! Gecelerimizi aydınlatan, gündüzlerimizi ışıtan Sensin. Yön bulmamıza yardım eden yine Sensin. Karanlıkta kalmışlara yardım edip karanlıktan kurtaran yine Sen.

İlahi (CC)! Gönüllerimizi de nurunla doldur. Kalplerimizi nurunla aydınlat. Bu dünyada da ukbada da bizleri karanlıkta bırakma Allahım (CC). (AMİN)

.................................................

 

Kula Gerekenler: Gönlündeki iman nurunu söndürmekten son derece sakınmak gerektir. Çünkü bunun neticesi kalb körlüğüdür. Bunun fecaatini ölçmek için göz körlüğünü düşünmek lazım. Ama olan bir insanın vücudu ne kadar zinde ve sağlam olursa olsun, daimi bir zindan içinde demektir. Sonra gözdeki görme kuvveti zayıf olur, keskin olur veya bütün bütün yok olur. Dikkat lazım, kalb gözü de böyle taksimatlıdır. Fakat kalb körlüğü, göz körlüğünden kötüdür. Çünkü gözü kör olan yedilir, yola gider. Fakat kalbi kör olan yedilmez, yola da gitmez.Hani bazı öyle hadiseler olur ki, onlar bizim için adeta ölüm, kalım mes’elesi olur. O hadiseler karşısında ne kadar uyanık ve dikkatli bir vaziyet almağa çalışırsak, iman nurunun muhafazası mes’elesinin, ondan daha çok dikkat ve basirete layık olduğunu asla göz önünden ayırmamalıyız. Çünkü o, bizim ebedi saadetimizi temin edecek en kıymetli servetimizdir.

 

İsm-i Şerif'in Faideleri: 5 vakit Namazdan sonra 256 kere “Ya Nûr” zikrine devam edenin imanı kuvvetlenir: yüzlü nurlanır, herkes tarafından sevilir.

Hastaya her gün şifa ayetlerini ve 256 kere “Ya Nûr” asm-i şerifini ve nür süresinin 35 inci ayet-i kerimesini okuyanın zihni açılır,hafızası kuvvetlenir..

 

 

 

 
 © 2003-2004     GAVSULAZAM.de    Her Hakkı Mahfuzdur.